"Sevgi” Masalları (!)
Masallarla “büyüdük”, “masallarda” büyüdük çoğu kez. Dinlediğimiz masalların bir çoğunun kahramanı bizdik aslında.Her zaman o dünyanın içindeydik. Sorduğumuz bir çok sorunun yanıtıydı “büyüyünce” öğrenmek. Şimdi büyüdük ne acı… Keşke o düşlerini kurduğumuz, o “muhteşem büyülerle” dolu içinde asla “imkansız” kelimesinin olmadığı o milyarlarca renkten “mutluluk” resimleri çizdiğimiz çocuk dünyamızdan çıkmasaydık. “Büyümek” öyle anlatılırdı ki bize, sanırdık ki binlerce insan arasından birkaç talihli çıkacak ve sadece onlar büyüyecek. Yalvarırdık “Allah baba”ya çabuk büyüyelim, biraz daha çabuk… Her zaman sonu güzel biten hikaye kitapları okuttular. Bizde düşünürdük ki hayatta böyle bişey... Güzel bitecekti herşeyin sonu. Her zaman mutlu insanlar olacaktı.
Gün geldi “Aşk”ı öğrendik. Büyür büyümez, ne “doktor” olduk, ne de “mühendis”… “Aşık” olduk ilk. Doktor’da olsak sonradan, mühendis’te olsak, “işsiz”de kalsak hepimizin öğrendiği ilk şey di “aşk”. Sonra, okuduğumuz hikayelerin gerçekten “hikaye” olduğunu öğrendik. Bütün sevenler kavuşurdu birbirine hikayelerde. Sanırdık ki bizde kavuşacağız…
Aşk acıttı içimizi çoğu kez. Oysa ne masumdu çocukluk aşklarımız. Ne mutluyduk… Terk edilmenin ne olduğunu, ayrı kalmayı, hasret’i, kavuşmayı, kavuşurken sarılmayı ( o muhteşem sarılmayı ) öğrendik. Ağladık binlerce kez… İşte o zaman “büyüdük”. Kim bilir kaç kez uykudan titreyerek uyandık, kim bilir kaç kez güneşi karşıladık kömür karası gecenin ardından 1 saniye bile göz kırpmadan. Uyku nedir unuttuk. Biz mi yanlış bilirdik aşk’ı yoksa içinde her zaman “dram” mı vardı aşkın. Üç korner’in bir penaltı olduğu zamanlarımızda anladık ki, gün gelecek “üç yanlışımız” bir doğrumuzu götürecek, ama hiçbir yanlışımızı götürmeyecekti “doğrularımız”… Okul zamanlarındaki şiir defterlerimizin içlerinde “kuruttuk” aşklarımızı. Yüzlerine karşı söyleyemediğimiz sevgililerimizi “ima” ettik çoğu kez anket defterlerinde. Yüzlerine bakamadık, “utandık” onları sevdiğimiz için, titredik karşılarında, yastığa kafamızı koyduğumuzda hayallerimizin tek oyuncusu oldular. Asla o kadar masumca sevmedik bir daha. Cep telefonlarımızın mesaj kutularında onlarca “sevgi mesaj”ı olmadı. Çünkü mesajlarımızı “donuk”, “anlamsız” ya da “kelime oyunları” ile süslenmiş soğuk tuşlara basarak vermenin sıradanlığını yaşamadık. Sevgilinin karşısında elimizi koyacak yer bulamamanın, çoğu zaman “havadan” ya da “su dan” kekeleyerek, kelimeleri şekillendiremeyerek, kafamızı masaya gömerek, utangaç gülüşlerle verirdik mesajlarımızı. Anlaşılırdı o an sevgimiz. Dedik ya, “büyüdük” … Şimdi bakabiliyoruz rahatlıkla sevgilinin gözüne. Elini bile tutmanın hayal olduğu “çocukluğumuz” biteli yıllar oldu… Artık hiçbir dokunuş yetmiyor. Oysa bakamadığımız, bakışlarımızı kaçırdığımız, o adına yüz binlerce şiirler yazılmış “sevgilinin gözlerine” şimdi anlamsızca bakıp “yalan”lar bile söyleyebiliyoruz . Sadakat, saygı, karşılıksız sevgi tozlu raflarda ya da sadece yıpranmış, sararmış sözlük yapraklarında kaldı …
Öyle bir sevgi yaşıyoruz ki artık, sevgiliye gönderdiğimiz adına “sevgi mesajları” denilen “görüntüsü” muhteşem sms’lerimiz bile “hazır”. Artık “internet” ten, ya da cep telefonu operatörlerimizden temin edebiliyoruz sevgiliyi mest edecek o “güzelim sözleri”. “Aşk” yazıp “3367”ye yolluyorsunuz mesajınızı, turkcell sizin yerinize, “seviyor” aşkınızı, çünkü “turkcell” daha iyi biliyor neler hissettiğinizi. Kendi cümlelerimizi mi kurmaya utanıyor muyuz? Neden arkadaşlarımızdan istiyoruz o çok tanıdık cümlelerle soruyoruz ;“güzel mesajın var mı ?”… Sevgi sözcüklerimiz hissiz, emeksiz, mat, hazır…
Efsanelerdeki gibi dağları delmenize gerek yok, değerini bilin sadece sevginin , sevgilinin... Hayatın en güzel rengi olduğunu bilin …Usta oyuncumuz Altan Erkekli’nin repliklerinde dediği gibi,
“sevin insanları, önce sizi sevmeyenlerden başlayın.Karşılık beklemeden sevin”…
Sevgiyle kalın …
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.