SİSTEMDEN BESLENENLER…
Hasan Eser / Yeni Vizyon Gazetesi
Nasrettin Hoca eşeğe binmiş. Görenler “Yazık, küçücük oğlanı yürütüyor” demişler.
Hoca oğlunu eşeğe bindirmiş... Görenler “Yazık, yaşlı başlı adam yürürken çocuk eşeğe binmiş” diye eleştirmişler.
İkisi de binmeyip, eşeğin arkasında yürümeye başlamışlar. Görenler “Bunların aklı yok, kendileri yürüyor eşeğe binen yok” diye eleştirmeye başlamışlar onları.
Sonunda Hoca ellerini açmış, “Ey Allah'ım! Halkın dilinden kurtulabilen var mı?” diye mırıldanmış.
Kıssadan hisse, eleştiri ebedidir. Bunun içindir ki iktidar olmak da büyük sabır gerektirir.
Kaldı ki siyasette başarıya ulaşmanın bir yolu da eleştirilere göğüs germektir.
Bilhassa seçilmişler, her daim eleştirilmelidir. Eğer eleştirilmiyorlar ise ortada ciddi bir sorun var demektir.
Eleştiriye tahammülü olmayan insanlar iki konuda başarılı olamazlar. Biri futbol, diğeri ise siyaset…
Her zaman söylerim, aşkta, savaşta ve siyasette gurur olmaz!
Her söylenene alınıyor, çabuk sinirleniyor, hemen küsüyor, her olumsuzlukta inancınızı yitiriyor ve gönül almasını bilmiyorsanız; aşkta, savaşta ve siyasette hiçbir zaman başarılı olamazsınız.
“Hiç kimse beni eleştiremez” düşüncesine kapılıp gururuna yenilenler, kibrine mağlup olanlar, ya da amiyane tabirle kendisini fasulye gibi nimetten sayanlar da siyasetten yok olmaya mahkumdur!
Muhalefet, dolayısıyla ‘eleştiri’ önemlidir. Eleştiri insanı yüceltir. Özellikle de siyasette…
İktidarda olanlar iktidarın cazibesine kapılabilir. İktidar sahipleri iktidarın sarhoşluğuna kapılıp hata da yapabilir. Bu noktada en az sahipleri kadar, o iktidarın muhalifleri de vebal altındadır.
Tabir yerindeyse muhalefet ‘fren’ niteliğindedir. Gidişatın kötü olduğu anlarda vazife frendedir. Ama muhalefette kendisine verilen bu görevi suiistimal etmemelidir.
Zira ihtiyaç hâsıl değilken ‘frene basmak’ kötü sonuçlara davetiye çıkartmaktır.
Siyaset, mütevazi, hoşgörülü, erdemli, güzel ahlaklı ve ruhen sağlıklı olan insanlara özgüdür.
9. Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in kendisine atfedilen en ağır eleştirileri bile nasıl hoşgörüyle karşıladığını hatırlamayan yoktur herhalde…
Gelen topu önce göğsünde yumuşatıp, sonra 90’a çakan futbolcu misali… Süleyman Demirel, espritüel kişiliği ve ince zekâsıyla kendisine yöneltilen eleştirileri bertaraf etmeyi, hatta lehine çevirip, hanesine puan olarak yazdırmayı en iyi bilen örnek siyasetçilerden biriydi.
Peki ya günümüz seçilmişleri öyle mi?
Misal, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan eleştirilere tahammül noktasında öfkesini çok çabuk dışa vuran isimlerin başında geliyor. Neyse ki halefi Ahmet Davutoğlu, Sayın Erdoğan’a göre çok daha akil ve pozitif bir mizaca sahip…
Diğer taraftan ülkemizin bir Ana Muhalefet Lideri var ki; evlere şenlik…
Malumunuz Kemal Kılıçdaroğlu, Hindistan’ın efsanevi lideri Mahatma Gandi’ye benzetiliyor.
Fiziki görünüş olarak kabul edilebilinir. Ama… Siyasi anlayış çizgisinde yanından bile geçmiyor. Çünkü gerçek Gandi, pasif direnişin yaratıcısıydı… Gandi, o pasif direnişiyle koca bir imparatorluğu dize getiren lider olarak adını tarihe yazdıran bir isimdi.
Rüzgârı arkasına alarak ağzına geleni konuşmayı siyaset sanan, her söylemiyle siyasi tansiyonu yükselten ve bu tavrıyla sadece kutuplaşmaya hizmet eden bizim Gandi ise (Kılıçdaroğlu) , AK Parti’ye karşı üst üste defalarca seçim kaybeden lider olarak tarihe geçti.
Haydi şimdi de biraz çerçeveyi küçültelim.
Örneğin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu…
En küçük eleştiriye bile tahammül gösteremiyor. Şekeri tavan yapan huysuz yaşlılar misali… Eleştirilerden olumsuz etkilenerek, çok çabuk öfkeleniyor.
Kim bilir belki de bilinçli davranıyor. İzmir’in sözde muhalifleri ne zaman üzerine gitse, Başkan Kocaoğlu, ‘yavuz’ mizacıyla muhaliflerini bastırmayı bir şekilde başarıyor.
Bir başka örnek ise Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ… Başkan Demirağ, adeta eleştiriden besleniyor. (tabii ki siyasetten)
Fettullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen MHP’li Foça Belediye Meclis Üyesi T.A.’nın yaptığı basit muhalefet, Başkan Demirağ’ı yüceltiyor, adeta gücüne güç katıyor.
Bu konuda gerçekten Gökhan Başkana hayranım. Daha önce kendisiyle birlikte katıldığımız bir televizyon programında da söylemiştim.
Kendisini eleştirdiğim çok sayıda köşe yazım olmuştur. Zaman zaman kantarın topuzunu kaçırdığımız da olabilir. AK Parti tarafından birkaç kez dava edilmiş bir gazeteci olarak söylüyorum! Başkan Demirağ’ın, ‘en azından korkuturum, yıldırırım’ düşüncesiyle bir kere olsun bana dava açmaması son derece ilginçtir. Ne yalan söyleyeyim, Demirağ haricinde, kendisini eleştirine, eleştirildiği için teşekkür eden bir siyasetçiye daha rastlamadım ben şu ahir ömrümde…
Hazır konu açılmışken, biraz da medya eliyle yapılan muhalefetten bahsedelim.
Ülkemiz ulusal basınında siyasetçilerden daha fazla siyaset yapan kalemlerin sayısı az değil.
Bir kısım medya, ‘çamur at izi kalsın’ taktiğiyle; merkezi iktidara yükleniyor.
Diğer bir kısım da iktidarın avukatlığını yapmakla meşgul... (Hükümete yakınlığı ile bilinen gazete de eleştiride sınır tanımayan Hıncal Uluç’un Sabah Gazetesi’ni tenzih ediyorum.) Ancak, Sabah Gazetesi’nde ki bazı köşe yazarlarının son dönemde Meral Akşener’i hedef almalarını ve MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye destek vermelerini de hani manidar bulmuyor değilim.
Neyse ki günümüzün moda tabiriyle medya üzerinden yapılmaya çalışılan ‘algı operasyonları’ 2000’li yılların öncesinde olduğu gibi halk nezdinde karşılık bulmuyor.
Aksine tarafları birbirine perçinliyor, safları sıklaştırıyor. Sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla birlikte, bir zamanlar dördüncü güç olarak görülen medya, bu vasfının gün geçtikçe kaybetmeye devam ediyor.
Şimdi çerçeveyi daha da küçülterek, biraz da İzmir medyasına bakalım.
İzmir’de ki yazılı basın, yayın hayatını; çeşitli kurumlardan servis edilen bülten ve ajanslardan derlenen benzeri hazır haberlerle sürdürüyor.
Şahsen bir okur olarak belirtmek isterim ki; köşe yazarlarıyla, özel röportajlarıyla ve araştırma haberleriyle şöyle büyük bir keyifle okuyabileceğim bir gazete bulamıyorum İzmir’de…
Her hangi bir İzmir gazetesini okuduğumda, diğerlerini okumama da gerek kalmıyor. Çünkü birbirinin kopyası gibi çıkıyor İzmir’de gazeteler.
İzmir’de gazete yok, peki gazeteci var mı? Elbette var. Birbirinden değerli ve yetenekli isimler var İzmir’de…
Amma velakin birçoğu çaresiz mevcut düzene teslim olmuş durumda… Büyük umutlarla gazetecilik mesleğini tercih eden nice gençler, daha sonraları baş gösteren geçim sıkıntılarıyla birlikte basın danışmanlığına ya da Basın İlan Kurumu’ndan aldığı reklamlar ile suya sabuna dokunmadan çıkan gazetelerde üç kuruş maaşa razı olmak zorunda kalıyor.
Velhasıl İzmir medyası, bir gazetecinin kendisini kanıtlayabileceği bir kulvar değil. Kaldı ki İzmir’de gazetecilikten ekmek yemek istiyorsanız, mevcut düzene ayak uydurmak zorundasınız.
Yalan mı?
İzmir’de birçok gazeteci kalemi sayesinde; eşini, kızını, baldızını, oğlunu vs belediyelerde işe yerleştirmiyor mu?
Ee hal böyle olunca insan sormadan edemiyor.
İzmir’de haksızlığa uğrayan vatandaşların sesini kim duyuracak? Asil ablamızın genel yayın yönetmeni olduğu, ancak İzmir’de artık hiç kimsenin okuma ihtiyacı duymadığı yanlı gazete mi?
Yoksa gazeteci Şenol Gök’ün deyimiyle; “Abi bir site kuralım, yolumuzu bulalım ” mantığıyla gazetecilik yapanların İnternet siteleri mi?
Hazır yeri gelmişken eklemeden edemeyeceğim; envanterinde bir bilgisayar, bir de para sayma makinesinden başka hiçbir alet edevatı olmayan, o bazı sözde haber siteleri de daha ne kadar gider, orasını Allah bilir.
Çünkü okuyucu aptal değildir, er ya da geç tertibi görür. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘milletin müşterek sesidir’ diye nitelediği basını, kişisel çıkarları uğruna silah gibi kullananların sonu yok olmaktır. Ancak bu ayrı bir yazı konusudur.
En başa dönecek olursak, bir kez daha yineliyorum! eleştiri ebedidir. Hele ki gazetecinin kaleme aldığı (haklı) eleştirel bir haber kutsaldır.
İsterseniz bugün Nasrettin Hoca’ya atfedilen bir kıssadan hisse ile başladığımız yazımızı, yine bir başka anonim hikaye ile noktalayalım:
Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın her gün kendisiyle uğraşıyordu. Nihayet :
-Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun, diye düşündü ve ilan etti :
-Pazar günü saat 10'da denizin üzerinden yürüyerek geçeceğim.
Pazar sabahı saat 10'da tüm basın mensupları toplandılar orada. Bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başladı. Karşı kıyıya kadar da yürüdü geçti. Herkesin gözleri dehşetle açılmıştı.
Fakat ertesi günü tüm gazetelerde şu başlık okundu :
-Bakan yüzme bilmiyor!
Günün Sözü: Sistemden beslenenler sistemi değiştiremezler. (Cem Boyner)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.