MÜTAREKE DÖNEMİ BATI TRAKYA MESELESİ
Prof. Dr. Metin Ayışığı
Balkan Savaşı sonunda Balkan ülkeleri arasında imzalanan 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşmasıyla Batı Trakya Bulgaristan’a bırakılıyordu. Bugünkü Bulgaristan’ın güney bölgeleriyle Batı Trakya ile Makedonya’nın bir kısmını da içine alan bölgede 31 Ağustos 1913’te merkezi Gümülcine olmak üzere “Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi” ilan edildi. Müderris Salih Efendi başkanlığında kurulan hükümet 2 Ekim 1913’te “Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi” adıyla bağımsızlığını ilan etti.
Bulgaristan’ın şikayetleri ve büyük devletlerin müdahalesiyle Osmanlı Hükümeti “Batı Trakya Hükümet-i Muvakkatesi” ni destek veremedi. 29 Eylül 1913 İstanbul Antlaşması’yla Bulgaristan’a bırakılan bölgenin, 25 Ekim 1913’e kadar bölgenin Bulgaristan’a teslimi şart koşuldu. Böylece “Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi” ancak 57 gün devam edebildi .
BATI TRAKYA KOMİTESİNİN KURULMASI
İstanbul’da bulunan Batı Trakyalılar, Mondros Mütarekesinden kısa bir süre sonra 10 Kasım 1918’de “Batı Trakya Komitesi” ni kurdular. Batı Trakya’da ilk olarak dernek yerine komite kurulmasının nedeni, Balkan savaşından sonra Batı Trakya işlerinin Süleyman Askeri Bey’in önderliğinde bir komite tarafından idare edilmiş olmasındandı. Komitenin amacı, Batı Trakya’yı yabancı boyunduruğundan kurtarmaktı.
Edirne’de kurulan Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi (7-30 Kasım 1918) ve İstanbul’da kurulan Batı Trakya komitesinin kurulmasından bir ay kadar sonra Edirne Belediye Başkanı Şevket ve Avukat Şeref Beylerle, Batı Trakyalılar arasında yapılan anlaşma sonucunda aynı amaçla kurulan bu iki kardeş kuruluşun İstanbul’da birlikte çalışmaları kararlaştırılmıştır.
PARİS BARIŞ KONFERANSI VE TRAKYA
1918 yılının son aylarında Paris’te toplanan Barış Konferansı fiilen 12 Ocak 1919’da çalışmalara başladı. I. Dünya Savaşı’nın galiplerince başlatılan ve 1919-1920 yıllarını da içine alarak Londra ve San Remo’da sürdürülüp, Sevr’de noktalanacak olan görüşmelerde, özellikle Osmanlı Devletinin geleceği, daha doğrusu nasıl paylaşılacağı konusu ağırlık noktasını oluşturacaktı. Venizelos, konferans başlar başlamaz Avrupalı devletlerin desteğine başvurdu.
BATI TRAKYA İÇİN KURULAN MİLLİ MÜFREZELER
Batı Trakya’yı işgal eden Yunan kuvvetleri kumandanına müdafaa-i milliye ordusu kumandanı ünvanı verilmesi üzerine, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti merkez heyeti de, Haziran 1920’de Batı Trakya’da faaliyette bulunacak milli kuvvetlerin kumandanlığına Batı Trakya Kuvâ-yı Milliye kumandanı ünvanıyla Filibeli kurmay binbaşı Rüştü Beyi ( Korg. Rüştü Akın) yardımcılığına da Batı Trakya’da bulunan yüzbaşı Fuat (Balkan) Beyi tayin etti..Fuat Bey (Balkan) Sakarya savaşının kazanıldığı günlerde (Eylül 1921) Batı Trakya’ya karşı akınlara başlamış, Eylül, Ekim, Kasım 1921’deki akınlarla Yunanlılara birçok darbeler vurmuştu.
İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİNDEN SONRA BATI TRAKYA'DAKİ GELİŞMELER VE İTİLAF DEVLETLERİ ARASI BATI TRAKYA HÜKÜMETİ
Merkezi devletler, daha savaş bitmeden önce Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson tarafından 8 Ocak 1918 tarihinde ilan edilmiş olan "Wilson Prensipleri" doğrultusunda anlaşma imzalamak ve savaşı sona erdirmek istiyorlardı. Batı Trakya bu bağlamda, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde olmadığından Wilson ilkelerinin 12. maddesinde yer almamaktaydı. Ancak Wilson prensiplerinin bütün milletler için kabul ettiği "Milletlerin kendi mukadderatlarını, kendilerinin tayin hak ve salahiyeti" prensibinin Balkan Savaşı'ndan sonra Bulgaristan'a ve Yunanistan'a geçmiş olan Batı Trakya için de geçerli olacağı olacağı umudu hiçbir zaman yitirilmemişti.
Osmanlı Devleti’nin 1918 tarihinde I .Dünya savaşından yenilgiyle çıkması Batı Trakya Türklerinin çilesini daha da arttırmıştır. Parçalanma tehdidi ile karşı karşıya kalan anavatanın amansız bir mücadele içine gireceğini gören Batı Trakya Türkleri derhal harekete geçmişlerdir. Bölgenin Yunan veya Bulgar kontrolüne girmesini istemediklerinden, Fransız işgal kuvvetleri komutanı general Charpy aracılığı ile, tamamen ya da kısmen Fransız vesayeti altında “Otonom bir devletin teşkili” ni istemişlerdir . Bu isteği olumlu karşılayan Fransa, Trakya’da kolonel vali bulunan general Charpy’i görevlendirerek, 15 Ekim 1919'da "İtilaf devletleri arası Batı Trakya Hükümeti" nin kurulmasını sağlamıştır . Ancak Yunanistan, İtilaf devletleri nezdinde yapmış olduğu diplomatik faaliyetler sonucunda bu otonom yönetimin kaderi ile ilgili bir referanduma gidilmesini sağlamış ve 1920’de yapılan bu referandum sonucunda 23 Mayıs 1920’de bu yönetim sona ermiştir .
27 Kasım 1919'da Paris yakınlarındaki Neuilly'de yapılan anlaşmayla, Batı Trakya Yunanistan'a bırakılıyordu. Halbuki ezici bir nüfus yoğunluğuna sahip olan Türklerin varlığı mutlak göz önüne alınmalıydı. Nihayet Yunanlıların İtilaf devletleri nezdinde yaptıkları diplomatik girişimler sonucunda, Batı Trakya'da referandum yapılmasına karar verildi. Fakat bütün bu gelişmeleri dikkatle izleyen ve referandum konusunda haklı kaygılar taşıyan Batı Trakya Türkleri, 25 Mayıs 1920'de Gümülcine'nin "Hemeti" nahiyesinde "Batı Trakya Hükümeti" ni kurmuşlardır .
BİRİNCİ BATI TRAKYA HÜKÜMETİ VE BATI TRAKYA MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ
24 Nisan 1920 tarihinde San Remo’da toplanan İtilaf devletleri temsilcileri, San Remo’da Osmanlı ülkesini kendi aralarında paylaşıyorlardı. Yunanlılar, San-Remo konferansı kararlarına dayanarak Edirne kongresinin sona erdiği 14 Mayıs 1920 tarihinden itibaren Gümülcine’ye girmeye başlamışlar, Fransız kuvvetlerinin de yardımıyla Batı Trakya’yı işgal etmişlerdi.. Yunanlıların 22 Mayıs 1920’de Batı Trakya’yı işgali üzerine de 27 Mayıs 1920’de Gümülcine’nin kuzeyinde Hemitli kazasında “Batı Trakya Hükümetini” kurulmuştu. Batı Trakya her ne kadar 22 Mayıs 1920 tarihinde Yunanlı general Zımvrakakis’in komutasındaki kuvvetler tarafından işgal edilmişse de “Batı Trakya Milli Hükümeti” varlığını 24 Temmuz 1923 Lozan antlaşmasının imzalanmasına kadar devam ettirmiştir .
Sevr Antlaşması öncesinde, Doğu Trakya'nın hak ve menfaatlerini konferans nezdinde savunmak maksadıyla bir Türk heyeti Paris'e gitmişti. O sırada İstanbul'da bulunan Batı Trakya delegeleri, Paris'te bulunan Batı Trakya heyetine yardımda bulunulması konusunda İstanbul Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine 22 Haziran 1920 tarihinde toplanan Meclis-i Vükela, Trakya Türklerini temsilen Paris'e gitmiş olan delegelerin harcırah ve burada kaldıkları süre içinde yapacak oldukları masraflara karşılık olmak üzere 10 bin frankın "mesarıf-ı gayr-i melhuze" tertibinden ödenmesini karar altına aldı .
Trakya’nın işgalinin yıldönümü olan 26 Temmuz 1921 günü bu cemiyet tarafından bir miting tertip edildi. Miting şehzade başındaki Ferah tiyatrosunda gerçekleşti. Toplantıya Yunan zulmünden kaçan hak ile Dahiliye Nazırı Sabıkı Mustafa Arif, Trakyalı Refet Bey, Tekirdağ mebusu Rahmi Bey, Edirne mebusu Bahtiyar Bey katıldılar . Toplantıya katılanlar yaptıkları konuşmalarla zulüm ve işgali protesto ettiler. Toplantı sonunda yapılan zulümleri anlatan “Şarki Trakya’da Yunan Zulümleri” adlı bir kitapçık yayınladılar.
Trakya Cemiyeti, Trakya’nın işgalini ve yapılan zulümleri gerek İtilaf devletleri nezdinde, gerekse direkt olarak Yunan hükümetine nota göndererek protesto ediyordu. 1922 yılının Mayıs sonlarında da Yunan hükümetine bir protesto mektubu gönderdiler. Mektupta Yunanlılar’ın yaptıkları zulümler ve Müslüman halkı hicrete mecbur edip, çeşitli yerlerden Rum getirmeleri protesto ediliyordu. Yunan hükümeti ise bu mektuba verdiği cevapta, mektupta anlatılanların hepsinin iftira ve ehemmiyetsiz şeyler olduğu söylüyordu . Yunanlıların yapmış oldukları imha ve baskılardan amaçlarının Türk çoğunluğunu azaltarak Kafkasya ve Rusya’dan getirilen Rumlar ile Rum nüfusunun artırılma gayreti içinde olduğu açıklanarak, bu konuda cemiyet-i akvamın dikkati çekilmektedir. Trakya meselesinin halledilebilmesi için tek çare olarak uluslararası tarafsız bir heyet tarafından Trakya’da tahkikat yapılması olduğu açıklanmıştır .
Cemiyetin gerek İstanbul, gerekse Bulgaristan’daki üyeleri Ankara ile sürekli haberleşmişler ve onlardan aldığı talimatı uygulama yoluna gitmişlerdi. Cemiyetin üyelerinden Şakir (Kesebir) Bey Ankara’ya giderek 40 gün kadar burada kalmış, Mustafa Kemal Paşa, İsmet (İnönü) Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa ve daha bazı komutanlarla birçok kereler görüşmüşler, Trakya’da cereyan eden olaylar hakkında bilgi vermişler ve yeni talimatlar almaya çalışmışlardı .
YUNANİSTAN’IN TAHRİKLERİ VE PATRİKHANE
Yunan Hükümeti, İstanbul'daki temsilcileriyle, Patrikhane ve "Kordos" diğer adıyla Etnik-i Eterya Cemiyeti vasıtasıyla, Osmanlı Devleti'ndeki Rumları silahlandırmakta, asayişi ihlal ederek, çeteler oluşturuyordu. Ayrıca, Anadolu'da incelemelerde bulunmak üzere gelen Amerikan heyetini iğfal ve Rum nüfusu fazla göstermek maksadıyla göçmen kayd ederek, Anadolu ve Trakya'ya pek çok insan sevk ediyordu .
Rum Patrikhanesi, Osmanlı tabiyeti altında bir kimlik olarak asırlarca kabul görmüş olan Rumların dini meselelerini çözmekle mükellef ve üst makamı Adliye ve Mezahib Nezareti iken, mütarekeden sonra Yunan Hükümetinin bir temsilcisi ve kışlası durumuna girmişti. Patrikhane konumu itibariyle Rum muhacirleri gibi idari konularla ilgilenmesi kesinlikle mümkün değildi. Patrikhane görev ve yetkisi dışında işlere karışıyordu. Bu Rum göçmenler sadece Doğu Trakya’ya değil, Batı Trakya’da özellikle Gümülcine, Dedeağaç, Dimetoka ve Sofulu’ya da yerleştirilmekteydi .
Yunan işgal ve zulmünden kaçan Trakyalı Müslümanların büyük bir kısmı da İstanbul’a hicret etmişlerdi. Hicret eden bu insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yardım cemiyetleri faaliyete geçti. Yunan zulmünden kaçarak İstanbul’a gelen bu göçmenler 26 Temmuz 1922 tarihinde Şehzadebaşı’ndaki Ferah tiyatrosunda bir araya geldiler. Toplantı çok heyecanlı ve duygulu anlara sahne oldu. Zulüm gören Müslümanlar gördükleri zulmü aktarırken, dinleyenler gözyaşlarını tutamamışlardı. Toplantıda söz alanlar Batı Trakyalı Müslümanlar, Trakya’nın bir an önce Yunanlılar’dan temizlenmesi için hep birlikte dua ederek, işgali şiddetle protesto etmişlerdi .
İşte bu şekilde gerek tutuklamalarla, gerekse baskı yoluyla hicrete ve ilticaya mecbur kalan Müslümanların köyleri boşalmıştı. Yunanlılar’ın amaçları da zaten buydu. Trakya’da Rum nüfuz ve nüfusunu artırmak istiyorlardı. Bunun da çevresini önceden almışlardı. Kafkasya ve diğer bazı yerlerden çok sayıda Rum muhaciri getirerek, buralara yerleştirmeye Müslümanların mal ve topraklarını paylaştırmaya başladılar . Getirilen bu göçmenler arasında halkın yanı sıra papaz, öğretmen, ihtiyat zabitleri de bulunmaktaydı .
İSTANBUL HÜKÜMETİ VE TRAKYA DAVASI
Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, Trakya’nın ırk, kültür, ekonomi ve tarih bakımlarından Türklere ait olduğunu bilimsel ve tarihsel belgelerle ortaya koymak, Trakya’yı korumak amacıyla kurulmuştu.
22 Ocak 1919 günü İstanbul’da bir toplantı düzenleyen dernek, Yunan işgali ve Venizelos muhtırasının ortaya çıkardığı yeni durum ve yapılacak faaliyetler konusunda kararlar almıştır. Çalışmalara derhal başlanabilmesi için oluşturulan heyet, sadrazam Tevfik Paşa, ilk mütareke kabinesini kurmuş olan müşir Ahmet İzzet ve Çürüksulu Mahmut paşalarla, Ayan başkanı Ahmet Rıza, dışişleri müsteşarı Reşat Hikmet, Mütareke komisyonu başkanı Galip Kemali (Söylemezoğlu) Beylerle bazı görüşmeler yapmıştır. Bunlardan Tevfik Paşa, aslında durumun göründüğünden daha kötü olduğunu belirtmiş ve Trakyalıların vatanlarını korumak uğruna giriştikleri bu çabaları takdir ederek, devlet varlığına zarar verilmediği sürece bu faaliyetleri desteklediğini ima etmiştir. Ahmet Rıza bey, Çürüksulu Mahmut paşa, eski sadrazam Ahmet İzzet Paşa, bu heyete, Trakya'nın "Türk" kalmasına çalışmak gerektiğini, eğer yakın zamanda böyle bir şey mümkün olmazsa, ileride bir gün Türkiye ile birleşmek emeliyle, hemen Batı Trakya'nın bağımsızlığını ilân etmeleri tavsiyesinde bulunmuştur .
Ahmet İzzet Paşa, kendisiyle görüşmeye gelen Trakyalı heyete de şu tavsiyede bulundu:
“Trakya’nın Türk kalmasına çalışmak gerekir. Çok darda kalınırsa, yine bir gün Türkiye ile birleşmede emeliyle, başkaca çare bulunmazsa hemen Trakya’nın istiklalini ilan ediniz.” .
Bulgar ve Yunanlıların Batı Trakya'da Müslümanlara karşı yapmış oldukları baskı ve zulümler Damat Ferit Hükümetince de biliniyordu. Damat Ferit bu konuda İtilaf devletleri nezdinde girişimlerde bulunacağını vaad ederek, görüşmelerinin sonucunun beklenmesi temennisinde bulunuyordu . Diğer taraftan Kasım 1919 Edirne’de Trakya Paşaeli Heyet-i Müdafaa-i Osmaniyesi reisi Müftü Mestan Efendi ile Edirne belediye başkanı Şevket Bey’i kabul eden padişah müdafaaya devam etmeleri ve başarıya ulaşmaları temennisinde bulunmuştur .Edirne Vali vekili tarafından Dahiliye Nezareti’ne gönderilen 6 Ocak 1919 tarihli yazı ise son derece anlamlıydı : Bunda, tamamen İslâm ve Türk memleketi olduğu halde Balkan Savaşın’ndan sonra cebren Osmanlı Devleti’nden alınarak, Bulgaristan’a verilen Batı Trakya’nın, Wilson ilkelerine dayanılarak Osmanlı Devleti’ne ilhakını temin maksadıyla teşekkül eden “Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hey’et-i Osmaniyesi” nin ihtiyacı olan en az 15 bin liranın kısmen yardımsever halk tarafından ahalice sağlanacağı, üst tarafının ise hükümetçe tamamlanması için yardımda bulunulması isteniyordu .
Trakya Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti, İstanbul'da Osmanlı devlet dairelerinin, bilhassa Erkân-ı Harbiye-i Umumiye, Dahiliye ve Hariciye Nezaretlerinin de yardımıyla, Doğu ve Batı Trakya'nın Türklüğü hakkında aydınlatıcı belgeler, grafikler, krokiler ve raporlar hazırlayarak, bunları yabancı devlet adamlarına, yeri ve yabancı gazetelere dağıtmışlardı .
Garbî Trakya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 25 Temmuz 1922 tarihinde hazırlamış oldukları muhtırayı, İstanbul'daki İtilaf devletleri temsilcileriyle, Milletler Cemiyeti başkanlığına verdiler. Bu muhtırayla, bölgede Yunanlılar tarafından yapılan zulmü ortaya koyan ayrıntılı bir raporu da eklediler . Ancak bunları bastırıp, çoğaltmak için gerekli paranın sağlanması konusunda zorluklar içinde bulunan cemiyet, İstanbul Hükümetine başvurdu. Bunun üzerine, 30 Ağustos 1922 tarihinde toplanan Meclis-i Vükela, bölgedeki Müslümanların hukukunu savunmak, Avrupa ve dünya kamu oyunu aydınlatmak için çok önemli bir belge özelliğini taşıyan, nüfus grafikleri, harita ve istatistiklerin basımı konusunda önemli bir karar aldı. Buna göre, sekiz formadan ibaret olan bu dokümanlar, Latin harfleriyle düzenlenip, yazılmak üzere Erkân-ı Harbiye-i Umumîye resim hanesinde çizilerek, devlet matbaasında ücretsiz olarak basılacaktı . Bir gün sonra ise Harbiye, Hariciye ve Maarif Nezaretlerine gönderilen bir yazı ile , alınan kararla ilgili olarak bilgi verilip, gereğinin yapılması istendi . Ancak basımı yapılacak olan nüfus grafikleri, haritalar ve sekiz forma kadar olan istatistikler için 115.000 kuruş civarında bir paraya ihtiyaç vardı. Devlet matbaasının bunu karşılamaya gücü yetmediği gibi, hükümetin mali durumu da pek iyi değildi. Böylece bir durum değerlendirmesi yapan Meclis-i Vükela, bu paranın "tahsisât-ı mesture" den karşılanmasına karar verdi .
Bağlı oldukları hükümetlerinin yardım ve iştirakiyle hareket eden bazı Bulgar ve Yunan müesseseleri Batı Trakya halkını kendi taraflarına çekebilmek için faaliyete geçmişlerdi. Örneğin Müslüman halka kısmen parasız, kısmen de gayet uygun fiyatla un, vesair erzak veriyorlardı. Batı Trakya Müdafaa-i Hukuk-u İslâmiye Komitesi de bu hususta mukabelede bulunabilmek, tüm masrafları komite tarafından sağlanmak üzere Edirne'den 20-30 vagon mısırla, birkaç vagon tuzun Batı Trakya'ya gönderilmesine izin verilmesini istiyordu .
Bu gelişme üzerine 24 Ocak 1920 tarihinde toplanan İstanbul Hükümeti, Batı Trakya Müdafaa-i Hukuk-u İslâmiye Cemiyeti delegelerinden Abdülhalim, Mahmud Nedim ve Tevfik Beyler tarafından verilen söz konusu izni taleb eden başvuru üzerine önemli bir karar aldı. Bunda, "Hilâl-i Ahmer Cemiyeti" namına olarak Batı Trakya Müslüman halkına, gerçek ihtiyaçları tespit edilmek üzere 20 vagon mısırla bir vagon tuzun Edirne'den bölgeye gönderilmesini karar altına alınarak, derhal uygulamaya konulması konusunda harekete geçmiştir .
ATATÜRK VE ANKARA HÜKÜMETİNİN TUTUMU
Başta Mustafa Kemal olmak üzere diğer komutanlar Trakya konusunda da gereken hassasiyeti göstermişlerdir. Edirne Kongresinde halkın silahlı mukavemete karar vermeleri, Ankara’da sevinçle karşılandı. Mustafa Kemal Paşa, Trakya işleriyle ilgilenmek üzere Bolu Meb’usu Cevat Abbas Bey’le, Bahtiyar Bey’i memur etti. Trakya-Paşaeli cemiyetine hitaben bir de mektup yazdı. Bu mektupta, Trakya davasını Anadolu’dan ayırmadığını ve Trakya davasında kesinlikle taviz verilmeyeceğini anlatıyordu . Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, o sırada İstanbul’da bulunan Arıburnu ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa’yı da birkaç kez ziyaret etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Doğu ve Batı Trakya davalarının birleştirilmesini, Doğu Trakya’nın hukuki olarak da yurdun bir parçası sayıldığını ve bu konuda sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiğini, Batı Trakya’daki Türk çoğunluğun varlıklarını ve haklarının ise başka yollarla savunulmasının gerektiğini tavsiye etmiştir . Batı Trakya hakkındaki düşüncesi ise, bu bölgenin kesinlikle yabancı idaresini kabul etmemesi, Wilson prensipleri doğrultusunda milli birlik ve teşkilatlara dayanarak bağımsızlıklarına kavuşmaları ve barıştan sonraki duruma göre de anavatana katılmalarını sağlama yönündeydi
Mustafa Kemal Paşa, Sobranya üyelerinden ve o sırada Trakya’da faaliyet halinde bulunanlardan Celal Bey’e, Cafer bey vasıtasıyla gönderdiği telgrafta Batı Trakya için istenilen maddi yardımın sağlanmasının imkansız olduğunu belirterek şöyle demiştir : “Garbî Trakya’nın tamamen İslâmların elinde yekpare olarak kalması ve münasip zaman ve fırsatta anavatana iltihak eylemesi cümlemizin yegâne gayesidir. Hükümet-i Osmaniyenin siyaseten buralara muavenette bulunması müşküldür. Bu sebeple maksadın istihsali için en birinci çare Garbî Trakya’da ekseriyet-i kahireyi teşkil eden dindaş ve ırkdaşlarımızın teşkilât-ı milliyelerini taazzuv ve takviye ederek Wilson prensiplerine istinaden hukuklarını taleb ve istihsale çalışmalıdırlar.”
Bilfiil harb, devam eden İzmir cephesi için bile bir muavenet-i nakdiyede bulunacak halde değildir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ise parası yoktur. Binaenaleyh Garbî Trakya teşkilatı için menabi-i vâridatın yine aynî topraklardan tedariki zaruridir. Vaziyeti olduğu gibi görerek, mevcut müşkülâta galebe etmeğe ve maksad-ı mukaddesin istihsaline çalışmağa mecburuz. Cenab-ı Hak, Millet-i masumemizin yüzünü elbette zât-ı âlileri gibi sizin gibi hamiyetkâr vatanperver mürşid mücahitlerin gayreti ile güldürecektir.”
Heyet-i Temsiliye başkanı, genel Trakya politikası içinde şu noktalar üzerinde durmuştu. : “Batı Trakya’nın bir bütün olarak kalması ve uygun zaman ve fırsatta anavatana katılması hepimizin cümlemizin yegane gayesidir. Bu nedenle bu muazzez parçanın hiçbir sebep ve bahane ile yabancı müstemlekesi olmağa razı olmaması esastır. Osmanlı hükümetinin siyaseten buralara yardımda bulunması zordur. Milli vahdeti temsil eden Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, mütareke zamanındaki hududu esas kabul etmiş olduğundan, Meriç’in batısını resmi bir lisanla söyleyemez. Bu nedenle maksadın elde edilmesi için en birinci çare Batı Trakya’da ezici çoğunluğu teşkil eden dindaş ve ırkdaşlarımız, milli teşkilatlarını genişletip kuvvetlendirerek Wilson prensiplerine dayanarak hukuklarını talep ve elde etmeğe çalışmalıdırlar. Gerek Fransız ve gerekse Yunan emellerine asla muvafakat olunmaması, yabancı işgaline kesinlikle rıza gösterilmemesi esaslı bir şarttır.”
LOZAN’DA BATI TRAKYA MESELESİ
Batı Trakya Lozan Konferansında ilk görüşülen konulardan biri olmuştur. Bu konu, Türkiye’nin Avrupa yakasındaki sınırlarının çizilmesi sırasında ortaya çıkmış ve tartışmalar birinci komisyonun 22 Kasım 1922 tarihli ilk toplantısında başlamıştı. Bu konuda yapılan görüşmelerde pek hazırlıklı olmadığı anlaşılan İsmet (İnönü) Bey, birinci komisyon başkanı Lord Curzon’un sorularına verdiği tereddütlü ve erteleyici cevapları nedeniyle çok şey elde edebileceğimiz bir konuda, azla yetinmemize neden olmuştur. Örneğin Curzon’un, İnönü’ye Batı Trakya’ya tamamen sahip olmayı isteyip istemediği şeklindeki sorusuna İnönü “Kesinlikle böyle bir taleplerinin olmadığını, sadece bölgede halkın oyuna başvurulmasını istediklerini” belirtmiştir ki, bu cevap Ankara’dan gelen istekleri pek yansıtmamaktadır. Çünkü Ankara’da B.M.M. ’inde yapılan konuşmalarda milletvekilleri Batı Trakya’dan vazgeçmek niyetinde değillerdi. Zira zafer kazanmış bir devletin İnönü’nün yaptığı gibi mütevazi değil, kesin ve şartsız isteklerinin olması gerekirdi ki, Curzon’un sorusu da böyle bir talebin beklenildiğini ve bundan endişe duyulduğunu göstermektedir. Böylece çoğunluğun Türk olduğu bu topraklarda yapılacak bir oylamanın aleyhlerine sonuçlanacağını bilen komisyon, Türk heyetinin de hazırlıksızlığından yararlanarak Batı Trakya için plebisit önerisini reddetti.Bundan sonra müttefiklerin 31 Ocak 1923 tarihli barış antlaşması projesine karşılık Ankara 8 Mart 1923’te gönderdiği mektupla Türk karşı tadilat projesini bildirdi. Bu Türk karşı teklifinde Batı Trakya hakkında yeni bir Türk isteği ileri sürülmemişti. Sonuçta 24 Nisan, 25 Haziran 1923’te Meriç’in başlıca kolunun “ortalama hattı” (talveg) hudut olarak kabul olundu. Bu suretle Meriç’in sularından Türkiye’nin de yararlanması sağlanmış oldu .
Sonuç olarak bu görüşmeler Batı Trakya’nın elden çıkması ve Boğaz’ın her iki yakasının askerden arındırılması ile sona ermiştir. Meriç nehri sınır kabul edilmiş ve sadece Edirne’nin bir mahallesi sayılan “Karaağaç” Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları zulüm ve tahribata karşılık tazminat olarak alınabilmiştir. Ayrıca Batı Trakya Türkleri, İstanbul Rumlarına karşılık olarak yerlerinde bırakılmış ve kendilerine kağıt üzerinde kalacak bir takım haklar sağlanmıştır . Millî Mücadele, Atatürk’ün önderliğinde Türk halkının bir zaferi olarak noktalanırken, Batı Trakya, Misâk-ı Millî sınırları dışında kalıyordu. Başka İngiltere ve diğer Batılı ülkelerin Yunanistan’ın yanında yer almaları, Balkan devletlerinin Türk tezine karşı bir blok teşkil etmeleri, Venizelos’un entrikaları ve Türk heyetinin çabalarının yetersizliği, Batı Trakya’nın bugünkü statüsünün belirlenmesinde başrolü oynamıştır .
BATI TRAKYA TÜRKLÜĞÜNE DÜŞEN GÖREVLER
Batı Trakya Türklüğü Orta Avrupa yaylalarından Çin sınırlarına kadar uzanan büyük “Türklük Alemi’nin en mağdur topluluklarından biridir. Onlar, yarım yüzyıldan beri gerçekten kara bir bahtın tüm yönleriyle karşılaşmış ve binbir ızdırap içinde kıvrandıkları halde yine de ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu bağlamda bundan sonra da ayakta kalabilmelerini sağlayacak harekatta en büyük rol, yine de onların kendilerine düşmektedir. Bu bakımdan Batı Trakya Türklerine düşen görevleri kısaca şöyle özetleyebiliriz.
a- Batı Trakya Türkleri, her ne bahasına olursa olsun bulundukları yerleri terk ederek Türkiye’ye veya başka yerlere göç edip yerleşme konusundaki düşüncelerini terk etmelidirler. Çünkü tarih boyunca devletler arasındaki toprak iddialarında “Beşeri Unsur” daima en kuvvetli noktayı oluşturmuştur. Bu nedenle oradaki Türk nüfusunun daha da azalmasını sağlayacak her türlü hareketten kaçınılmalıdır. Gerçekte de Yunanlıların uyguladıkları zulmün asıl amacı da onları göçe mecbur etmektir. Dolayısıyla, bütün bu zulümlere rağmen orada kalmaya çalışmalı ve bu suretle Yunanlıların kendilerini göç etmeye teşvik için giriştikleri propagandaları sonuçsuz bırakmalıdırlar.
b- Daha önce göç ederek Batı Trakya’dan ayrılmış bulunan aydınların dışarıda ve özellikle Türkiye’de kuracakları teşkilatlar ve yapacakları bilimsel ve siyasal yayınlarla, mahallinde yapılamayan propaganda ve mücadeleyi gerçekleştirmeleri zorunludur. Yunanlılar içeride böyle bir mücadeleye izin vermediklerine göre bu görev, öncelikle dışardaki Batı Trakya’lı aydınlara düşmektedir. Bilimsel ve seviyeli siyasal yayın ve propagandalarla Batı Trakya sorununa canlılık kazandırmak esastır. Bu takdirde az da olsa Türk ve hatta Türk dolmayan etki sahibi ilim, düşünce ve siyaset adamlarından destekçilerin de bulunabilmesi sağlanabilir. Unutulmamalıdır ki Hindistan bağımsızlığını sırf bu yolla elde edebilmiştir. Hem de bunu Yunanistan gibi küçük bir devletten değil, İngiltere gibi üzerinde “Güneşin batmayan imparatorluk” olmakla övünen bir devletten almıştır.
TÜRKİYE’YE DÜŞEN GÖREVLER
Türkiye, Türk-Yunan ilişkilerinde öteden beri hatalı sayılabilecek bir tutum ve davranış içindedir. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışı içinde hareket eden Türk idarecileri iyi komşuluk ilişkileriyle barış ve huzuru korumak görevini üzerine almış görünmektedirler. Bu konuda İhsan Sabri Çağlayangil’in dışişleri bakanı sıfatıyla 1967 yılında T.B.M.M.’inde yaptığı gündem dışı konuşmadan alınmış aşağıdaki iki cümle Türk siyasi düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır.
“Türkiye ve Yunanistan tarihi ve coğrafi şartları bakımından iyi geçinmek zorundadır. Sadece bugün değil, atideki neticeler içinde böyle düşünmek şarttır.” Aslında ifade edilen bu gerçeğe katılmamak imkansızdır. Ancak bu zorunluluğun tek taraflı olmadığını unutmamak gerekir. Aynı zorunluluk ve sorumluluğu Yunanistan’ın da üstlenmesi gereklidir. Bununla birlikte son zamanda özellikle Türk kamuoyunda Batı Trakya etrafında yeni bir ilginin uyandığı görülmektedir. Böyle bir hareket başlamışken milli şuuru biraz daha yükselterek “Batı Trakya” meselesini de “Kıbrıs” gibi iç siyasetin vazgeçilmez davalarından biri haline getirmeye çalışılmalıdır. Böyle olduğu takdirde Türk idarecileri 70 yıldır ayrılık ateşinde yanan bu vatan parçasının kurtarılması davasına ilgi göstermek ve birtakım hareketlere girişmeye mecbur kalacaklardır. Bu ise hiç şüphesiz Batı Trakyalı kardeşlerimizle birlikte bütün Türk Milletine, Türklük ve Müslümanlık şuurunun yüklediği milli ve dini bir görevdir.
Türkiye’nin Batı Trakya meselesinde üzerine düşen görevi yerine getirebilmesi her şeyden önce onun dışişlerinin iyi çalışmasına bağlıdır. Bu kadro ve batıya yaranma zihniyeti devam ettiği müddetçe Türkiye yalnız Batı Trakya meselesini değil hiçbir milli davasını dünya kamuoyuna duyuramayacaktır. Fakat unutmamak gerekir ki Türk milleti buhran ve sıkıntılara alışmış bir millettir. Onun büyük ve şanlı tarihi böyle nice dar boğazlardan mucizevi bir şekilde çıkışının hikayeleriyle doludur. Elbette ki bu badireyi de atlatacaktır. Hele Batı Trakya Türklüğü gibi ta 93 harbinden beri milli şuuru binbir zulüm ve baskı altında milyon kere bilenmiş bir topluluğun, tarihinde hiçbir büyük başarısı olmayan Yunanlılar tarafından yok edilmesi asla mümkün değildir ve olamayacaktır .
S O N U Ç
Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına ve bir milletin yok edilmesine karar verilmişken, buna karşı çıkan Türk Milleti, eşsiz bir zafer sonucunda 24 Temmuz 1923' te bütün milletlere bağımsızlığını kabul ettirdiği halde, maalesef Batı Trakya'yı “Misâk-ı Millî” sınırları içine alamamıştır. Tüm çabalara rağmen Türk tarafının tezi olan Batı Trakya’da bir plebisit yapılması sağlanamamıştır. Sonuçta bu bölgenin sınırı olarak Mesta Karasu ile Meriç nehri arasındaki bölge kabul edilmiştir. Bu durum karşısında Türk heyeti çabalarını Batı Trakya’daki Türkleri, Türk-Yunan mübadele antlaşmasının dışında tutma yönünde geliştirmiş ve bu çabasında başarılı olabilmiştir. Ankara Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında imzalanan Mübadele Antlaşmasının 2. maddesi ile Batı Trakya Türkleri’ne karşılık olarak İstanbul Rumları mübadele dışında tutulmuştur. İstanbul’daki Rum azınlığına karşılık tutulan Batı Trakya Türklüğü, Lozan Antlaşması’nda bir fasıl teşkil eden “Ekaliyetlerin Himayesi” başlıklı bölümde yer alan hakların hiç birinden bugüne kadar istifade edememiştir.
Batı Trakya'da çok sayıda insanın, özellikle 1913-1918 dönemi olaylarından dolayı göç etmesine rağmen, buradaki nüfus çoğunluğunun yine de Türkler'de olduğu bilinmektedir. Hatta bu oranın Lozan'a kadar % 85 olduğu da gerek yerli gerekse yabancı belgelerle sabittir. Böylesine toprağıyla, camisiyle, kümbetiyle, hanıyla, hamamıyla, herşeyi ile toprak altındaki binlerce şehidiyle Türk yurdu olduğunu ispat etmiş Batı Trakya'nın Türkiye sınırları içinde veya bağımsız olamaması, gerek Türkiye için gerekse Batı Trakya için büyük bir talihsizliktir.
Batı Trakya, Kurtuluş mücadelesine Anadolu’dan daha önce başlamış ve bağımsız bir hükümet kurmaya dahi muvaffak olmuştur. Bu gerçek ve Batı Trakya Türklerinin Yunan hakimiyetinden kurtulmak için giriştikleri müthiş mücadele dikkate alınmadan Batı Trakya âdeta feda edilmiştir.Batı Trakya meselesi aynı zamanda Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin bir davasıdır. Batı Trakya, bölgenin istikrarı ve Türkiye'nin güvenliği açısından Kıbrıs gibi önemli bir konumdadır. Bu bakımdan Türkiye, bu davayı her zaman gündemde tutmalı, gerçekleri dünya kamuoyu gündemine sık sık getirmelidir. Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin bu ve benzeri konularda tavizler vererek sonuç alması mümkün değildir. Zaten bu sorunların, verilen tavizlerin sonucunda ortaya çıktığı bir gerçektir. Lozan Antlaşmasının başarı veya başarısızlıkla sonuçlandığı sorunu, Türkiye koşullarına göre, genellikle olumlu değerlendirmelere sahne olmuştur. Ancak Lozan Antlaşması, Batı Trakya Türk toplumuna indirilen son ve etkili darbe olmuştur. Batı Trakya Türk toplumu bu antlaşmadan sonra kendi kendine hareket edememiş, kaderinin tayinini Türk ve Yunan devletlerine bırakmıştır. Türkiye’nin pasif dış politikası da, Yunanistan’ın bölgede etkinliğini arttırarak bugünkü durumu oluşturmasına yaramıştır
Ne yazık ki, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerinden bir türlü vazgeçmeyen ve tarihten hiçbir şekilde ders almadığı anlaşılan Yunanistan, bir yandan Kıbrıs, diğer yandan Batı Trakya’daki soydaşlarımıza karşı kanunsuz, insanlık dışı davranışlarını sürdürmeye devam etmektedir.
K A Y N A K Ç A
I – BELGELER
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
1- B.E.O. İrade Harbiye
2- DH-İ-UM (Dahiliye Nezareti İrade-i Umumî ye Müdüriyeti)
3- DH-KMS (Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsus Müdüriyeti)
4- DH-ŞFR (Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi)
5- Meclis-i Vükela Mazbataları (1919-1922)
6- T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda ve Anadolu'da Yunan Mezalimi, Ankara 1996, I,II
B- Gazeteler
1- Akşam, İstanbul 1922
2- Hâkimiyet-i Millîye, 1921
3- İkdam, İstanbul 1919
4- Türk Yurdu, 1919
5- Vakit, İstanbul 1919,1920,1921,1922
C- Makale ve Eserler
Ahmet İzzet Paşa, Feryadım,II, Nehir Yay., İstanbul 1993
ATATÜRK, Mustafa Kemal, N u t u k, III, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1973
Aydınlı, Ahmet ; Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, C.I, Akın yay., İstanbul 1971
Ayışığı, Metin ; Mareşal Ahmet İzzet Paşa, T.T.K. yay., Ankara 1997
Bıyıklıoğlu, Tevfik ; Trakya’da Milli Mücadele, I, II, Ankara 1987
Coşar, Ömer Sami ; İstiklâl Harbi Gazetesi,1919
Eren,Halit ; “Batı Trakya Türk Cemaat ve Vakıf İdareleri”, XI. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, V. Cilt, Ankara 1994
Güler, Ali ; “Yakın Tarihimizde Pontus Meselesi ve Rum-Yunan Terör Örgütleri”, Rizeliler Kültür ve Dayanışma Dergisi yayınları, Ankara 1995
Hatipoğlu, Murat ; “E.Venizelos’un İktidara Gelmesiyle Megali İdea’nın Kazandığı Yeni Karakter”, 3.Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara 1986,
Kutay, Cemal ;Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, XX, İstanbul 1982,
Mısıroğlu, Kadir ; Lozan Zafer mi? Hezimet mi? C.II, Sebil Yay., İstanbul 1971
Orhonlu, Cengiz ; “Yunan İşgalinin Meydana Getirdiği Göç ve Yunanlıların yaptıkları “Tehcir”in sonuçları hakkında bazı düşünceler”, Belleten XXXVII/148, Ankara 1986
Sonyel,R, Salâhi ; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II, Ankara 1991
Tansel, Selahattin ; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, III, İstanbul 1991,
* Bu makale Eylül 1998 tarihinde, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "10. Millî Türkoloji Kongresi", nde bildiri olarak sunulmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.