23 Kasım 2024
  • İzmir14°C

OĞUZ SATICI YAZDI

Beşbin yıllık tarihi olan İzmir, yüzyıllardan beri limanı ile Anadolu’nun dünyaya açılan kapısı olmuştur. Daha Cumhuriyet kurulmadan Ulu Önder Atatürk’ün büyük öngörüsü ile İktisat Kongresi’ne evsahipliği yapan bu kent bölgesinin tarihse

Oğuz Satıcı Yazdı

2006-06-02 10:31:16

İZMİR ANADOLU'NUN BATI'YA AÇILAN TİCARET ANAHTARIDIR.
(01.06.2006 İZMİR) Beşbin yıllık tarihi olan İzmir, yüzyıllardan beri limanı ile Anadolu’nun dünyaya açılan kapısı olmuştur. Daha Cumhuriyet kurulmadan Ulu Önder Atatürk’ün büyük öngörüsü ile İktisat Kongresi’ne evsahipliği yapan bu kent bölgesinin tarihsel merkezi, Anadolu’nun Batı!’ya açılan ticaret anahtarıdır. Ağırlıkla tarım ve su ürünleri, hayvancılık, ve bunlara dayalı sanayinin, ekonominin belkemiğini oluşturduğu İzmir, Türkiye ekonomisini zorlayan, Türkiye üreticileri-ihracatçılarının içinde bulunduğu  darboğazı da en yakından hisseden yerlerden biridir. 
Türkiye ekonomisinde geçtiğimiz ay yaşanan gelişmelere ve bu gelişmelerin Türkiye ekonomisinin geleceğini nasıl şekillendireceği üzerine fikirlerimizi paylaşmak istiyoruz.Türkiye ekonomisini tehdit eden 3 önemli açık vardır. Bunlar;
• Tasarruf açığı
• Bütçe açığı
• Cari açıktır.
Türkiye’nin bir türlü sürdürülebilir büyüme yakalayamamasının en büyük nedenlerinden birisi büyüme için gerekli olan tasarruf ve yatırım kalemlerinin yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Son döneme kadar yurtiçinde düşük tasarruf oranı yatırımlara gerekli payın ayrılmasını engellemiş, yabancı sermayenin Türkiye’ye çok geç gelmeye başlaması ise Türkiye’nin sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirememesine neden olmuştur. Türkiye’de özel tasarrufun milli gelire oranı 2001 yılında yüzde 27 ile zaten düşük seviyedeyken bu oran son yıllarda kademeli olarak yüzde 23 seviyelerine kadar gerilemiştir.
Düşük tasarruf oranları yüzünden dışarıdan gelen sıcak para ile büyümeye çalışan Türkiye, sıcak paranın krizler sırasında Türkiye’yi terk etmesi ve sıcak paranın çok maliyetli olması nedeniyle çok büyük zarar görmüştür. Bu tecrübe hi.bir şart ve koşulda unutulmamalıdır.
Türkiye’de özel tasarruflar zaten çok düşük seyretmekte iken yatırım için gerekli kaynakların yatırıma yönetilmemesi çok büyük bir sorundur. Bankalar her geçen gün kaynaklarını bireysel kredilere yönlendirmektedir. Şirketlere, iş dünyasına, kurumlara kısacası yatırımcı ve girişimciye ayrılan kredilerin payının gerilemesi yatırımların önünü kesmekte, Türkiye ekonomisinin istenen şekilde büyümesini engellemektedir.
Unutulmaması gereken nokta şudur; bireylere gelirlerini kurumlar sağlamaktadır. İleride iş dünyasının yaşayabileceği muhtemel bir sıkıntıda bireyler kredileri nasıl geri ödeyebileceklerdir?
IMF’nin de Türkiye’yi son ziyaretinde belirttiği gibi Türkiye faiz dışı fazla hedefini tutturamamıştır. Bu tespit bütçe disiplininin gevşetildiğinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır.
Türkiye sıkı maliye politikasından hiçbir şekilde taviz vermemeli, önümüzdeki dönemde yaşanacak seçim sürecine daha önceki siyasi otoritelerin düştüğü kamu kaynaklarının seçim rüşveti olarak dağıtılması hatasına düşmemelidir.
Geçtiğimiz ay içerisinde dövizde yaşanan düzeltme hareketi her iki senede bir tekrarlanıyor. Geçen ay piyasaları sarsan çalkantılı havanın bir benzerini 2004’te de yaşadık. Aynı filmi 2002’de de görmüştük. Maalesef yaşadığımız tecrübelerden bir türlü ders almamaktaki ısrarımız, tüm iyi niyetli uyarıları göz ardı etme hastalığımız piyasalarda her seferinde benzeri çalkantılara sebep olmaktadır. Uzun süredir baskı altında tutulan dövizin gerilmiş yay gibi yerinden fırlayacağının kaçınılmaz olacağı uyarısını her seferinde yaptık. Kurun sert bir düzeltme hareketi yerine, ağır ağır denge noktasına yükselmesi gerektiğini ifade ettik. Kurların uzun süre baskı altında tutulamayacağını, kurların denge seviyesinde seyretmesinin ekonomi dinamikleri açısından daha makul sonuçlar vereceğini her seferinde anlatmaya çalıştık. Fakat sürekli “İhracatçılar çıkarları için kur düzeltmesi istiyorlar” eleştirileri ile karşılaştık. “Enflasyon lobisi” olmakla itham edildik. Bugün geldiğimiz noktada ise uyarılarımızda ne kadar haklı olduğumuzu maalesef bir kez daha görüyoruz. Bir kere daha haklı çıktığımız için gurur duymuyoruz, sadece “keşke uyarılarımız daha dikkatli dinlenseydi” demekten kendimizi alamıyoruz.
2001’de yapılan hatanın aynısı yapılıyor. Ekonomi yazarları uygulanan programın ekonomiyi koruyacağına inanıyorlar. Halbuki ekonomiyi koruyacak olan program değil, piyasaların ve  ekonomi yönetiminin kendisidir. Gerçekten uzak bazı parametrelerle bir program yaratıp sonra bu programı olduğu kadar uygulayıp ardından da başarı beklemek bizce gerçekçi değildir. Aslında programın kendisi gece yarısı arayan hastaya doktorun “İki aspirin al, beni sabah ara.” demesine benzemektedir. Ekonomi programı kesinlikle Avrupa Birliği müzakereleri ve genel seçimler sonrası işleri düzeltme politikası üzerine kurulmuştur. Enflasyonda bundan 10 gün önce yaşanan iyimserlik havası yerini karamsarlığa bırakmıştır. Enflasyonda 2006 hedefinin tutmasının oldukça zor olduğunu uzun süredir dile getiriyoruz.
2003 yılında faiz indirimleri zamanında yapılmadığı için önümüzdeki dönemde sıkıntıya gireceğimizi açıklamıştık. Şimdi bakıyoruz ki, herkes faiz artırımından bahsetmeye başladı. Ne oldu da rüzgar bu kadar çabuk değişti?
Reel faizin yüksekliğiyle kuru baskı altına alma politikasının ters tepmesi bugün psikolojik olarak enflasyonist baskıyı da gündeme getirmiş bulunmaktadır. Şöyle ki; “Döviz kurunu olduğu yerde bırakın, dokunmayın.” diyen bankacılardan bazıları Merkez Bankası’na belli seviyelerden müdahale konusunda açıkça telkinde bulunmaktadır. Hatta, medya baskısı yaratmaya çalışmaktadır. Bu gerçekten “Dalgalı döviz kuruna inanıyoruz.” diye açıklama yapanların düştüğü durumu açıklayıcı bir davranış olmuştur. Dalganın düşük olduğu seviyelerde itiraz edenlere medyanın ve köşe yazarlarının taarruzunu hatırlayınca neden aynı tarzda bir saldırının bu sözleri sarf edenlere yapılmadığını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Enflasyon lobisinin, kur lobisinin kimler olduğu herhalde daha iyi anlaşılmıştır.
Madem ki serbest piyasadır ekonominin anahtarı, neden bazı köşe yazarları ve finansçılar müdahaleyi meşru görmektedir? Aslında burada tamamıyla bir iki yüzlülük mevcuttur. “Dalgalı kur rejimi başıboş bir kur rejimi değildir.” diye ısrar ettiğimiz zaman bize destek olan pek çıkmamıştır. Bugün ise, biz yine aynı şeyi söylüyoruz. Elbette para otoritesinin döviz kurunu başıboş bırakmaması gerekiyor. Sanıyoruz ki, istikrar toplumun her kesiminin her konuda aradığı bir gerçek haline gelmiştir. Yüksek reel faiz ortamında dalgalı kur uygulamasının en büyük yan etkisi cari açık olacaktı ve nitekim öyle de oldu. Faiz indirimlerinde geç kalındı ve YTL büyük oranda baskı altına alındı. Fakat YTL’nin yapay olarak nitelendirdiğimiz bu durumu eninde sonunda düzelecekti. Türkiye ekonomisi birinci uyarıyı geçtiğimiz ay almış ve fakat bu uyarıyı yumuşak bir şekilde atlatmayı başarmıştır.
Döviz kurlarının belirli bir dengeye oturması ekonominin dinamikleri açısından son derece olumlu olmuştur. Benzer politikaların devamı halinde piyasaların benzeri düzeltmeleri yapacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Geçtiğimiz ay hepimizi son derece derinden yaralayan bir terör saldırısı meydana geldi. 138 yıllık köklü geçmişiyle Türk yargısının temel taşlarından olan Danıştay’a yapılan hain saldırı hepimizi son derece üzmüştür.
Türkiye’nin ekonomisinin her iyiye gidişinde bu tür terör saldırılarının ortaya çıkması da bize tesadüften öte şeyler ifade etmektedir. Tüm siyasi otoritelerin iş dünyasının ve tüm Türk halk halkının ortak paydada buluşarak terörü lanetlemesi ve tek vücut olarak durması Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyenlere verilecek en büyük cevap olacaktır.
Bir kez daha vurgulamak istiyoruz ki Türkiye İhracatçılar Meclisi ve İhracatçı Birlikler olarak yüce yargıya yapılan bu hain saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyor, Büyük Önder Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik cumhuriyeti korumak ve kollamak için bugüne kadar gösterdiğimiz çabaları bundan sonra da aynı kararlılıkta sürdüreceğimizi ifade ediyoruz.
“Tarama Süreci”,”Üyelik Müzakereleri” diyerek aylardır başlamasını beklediğimiz fiili müzakerelerin bu ay içerisinde başlayacağını öğrendik. Açıkçası, müjdeli bir haber olup olmadığı konusunda kararsızız.
“Bilim ve Araştırma”da fiili müzakerelerin başlamasının sürekli geciktirilmesi, “Eğitim ve Kültür” gibi Avrupa Birliği müktesebatının yoğun olmadığı bir başlığa siyasi kriter getirilmesi talebi, Mayıs yapılması beklenen Ortaklık Konseyi toplantısının bu aya ertelenmesi, üstüne üstlük sürekli bir EK protokol baskısı yapılması Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin sürekli gergin bir tel üzerinde durmasına neden oluyor.
Bu şekilde üyelik müzakeresi olur mu? Taraflar bu psikoloji içerisinde hareket etmeye devam ederse, ilişkilerde sürekli kriz yaşanması kaçınılmaz.
Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin kolay olmadığını, pek çok sıkıntı yaşanacağını biliyorduk, ancak “tam entegrasyona doğru” giden bu yolda bu kadar güvensizlik yaşanmasını beklemiyorduk.
Artık Avrupa Birliğin’den gelen haberler Türkiye’yi heyecanlandırmıyor.
Türkiye söz konusu olunca Avrupa Birliği dengesiz politikalar ve stratejiler izliyor. Bakalım Avrupa Birliği’nin önceki gelişme süreçlerine, bizimki gibi şahsına münhasır bir müzakere süreci şimdiye kadar görülmüş değil.  Bir tarafta teknik ağırlıklı tarama süreci hızla devam ediyor, tarama başlıkları birbiri ardına sonuçlanıyor, diğer yanda karşılıklı siyasi restleşmeler birbirini izliyor. Birliğe mi yoka ayrılığa doğru mu ilerliyoruz belli değil.
Biz üyelik müzakereleri için ülkemizdeki reform sürecinden kaygı duyarken, artık Avrupa Birliği’nden kaygı duyar hale geldik. Avrupa Birliği, zaten kendine koyduğu Lizbon hedeflerini tutturamaz, yeni ekonomik süreçlere uyum sağlamanın sıkıntılarını yaşar halde iken, Anayasa tartışmaları patlak vermişti. Avrupa’nın bu dönemden çıkmasını beklerken, bu defa Avrupa toplumlarında ciddi sosyo-ekonomik temelleri olan sorunların yüzeye çıktığını, ekseni devamlı olarak aşırı Sağ’a kayan bir iç siyaset söyleminin hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde yükselişe geçtiğini gözlemliyoruz. Bütün bunların Avrupa Birliği Genişleme Politikası açısından sonucu da “Hazmetme Kapasitesi” oldu.
Daha şimdiden, “Aday ülkeler için 4. Kriter” olarak anılmaya başlanan Hazmetme Kapasitesi’ni, genişlemenin Birlik üzerinde yapacağı finansal, idari, sosyal, siyasi ve sosyolojik etkilerin değerlendirilmesi ve bu temelde üyeliğe karar verilmesi olarak nitelendiriyorlar.
Ama bu o kadar belirsiz bir kavram ki, içini rahatlıkla pek çok bahane ile doldurabilir, ve aday ülkelerin üyelik sürecinde sürekli bir koz olarak kullanabilirsiniz. O yüzden, bu ifadenin resmi dokümanlarda, özellikle anlaşma niteliği taşıyan resmi metinlerde yer bulmasının son derece sakıncalı olacağına dikkat çekmemiz çok önemli.
Türkiye’de halihazırda AB’ye karşı bir güven erozyonu yaşanıyor. Bu tahribatın bir an önce önüne geçilmesi, Avrupa Birliği için bir öncelik olmalıdır.
Avrupa Birliği, Türkiye'ye bakışını bir an önce değiştirmelidir. Türkiye, Avrupa Birliği'nin üretim üssü olmaya hazırlanırken,  Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye'yi Gümrük Birliği ile oyalamaya devam etmesinin bir mümkünü yoktur. Bu ancak bir vizyonsuzluğun göstergesi olabilir. Üretmeyen veya üretmesine izin verilmeyen bir Türkiye Avrupa Birliği'ne faydalı olamaz.
İstikrarlı bir Türkiye, istikrarlı bir Avrupa Birliği için önemli bir koşuldur. Dahası  Türkiye Cumhuriyeti bir düşünceler ve yaklaşımlar zenginliğidir. Bu zenginlik, yüzyıllar boyunca içinde bulunduğumuz coğrafyada hüküm sürmenin getirdiği bilgi, erdem ve tecrübe sayesinde edinilmiştir. Türkiye hiç şüphesiz içinde bulunduğu coğrafyada bir düşünce ve kanaat lideridir. Bu anlamda atmış olduğumuz ve atacağımız her adım bu bölgenin her bir köşesinde yankı bulacaktır. Bu
kaçınılmaz. O yüzden Türkiye'nin Avrupa Üyeliği'nin, yalnızca bir ülkenin Avrupa ile bütünleşmesi olarak görülmesi doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değildir.
Kanaatimize göre, önümüzdeki süreç her iki taraf için de bir fırsat, her iki tarafın da temel yararlarına hizmet edecek bir süreçtir. İyi değerlendirilmelidir.Şimdi, her ay olduğu gibi aylık ihracat rakamlarının kısa bir sektörel değerlendirmesini yapmak istiyoruz.
Nisan ayındaki ciddi performans kaybının ardından, Mayıs ayında ihracatımızdaki artış tekrar hızlanmış; ihracatımız, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 22,2 oranında artarak 7 milyar 288 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
2006 yılı ilk beş ayında ihracatımız bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10 artarak 32 milyar 253 milyon dolara yükselmiştir. Diğer yandan, 12 aylık ihracatımızın ise 76 milyar dolar seviyesini geçmiş olması 80 milyar dolarlık hedefe doğru emin adımlarla ilerlemekte olduğumuzun bir göstergesidir.
Toplam ihracatımız içerisinde yüzde 87,2’lik pay alan sanayi ürünleri ihracatımız Mayıs’ta yüzde 23,3 artarak 6 milyar 359 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Sanayi ürünlerinin ihracattaki payı ilk defa yüzde 87’nin üzerine çıkmıştır. Sanayi mamulleri içerisinde ihracatını en fazla artıran sektör olan kimyevi maddeler ve mamulleri ihracatımız Mayıs ayında yüzde 47,1 artarak 756 milyon dolar seviyesine çıkarken beş aylık ihracat yaklaşık 3 milyar 202 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Daha sonra ön plana çıkan elektrik ve elektronik sektörü ihracatını yüzde 40,5 oranında artırırken ihracatını 728 milyon dolara taşımıştır. Demir ve demir dışı metaller ihracatını yüzde 30,2 oranında artırırken taşıt araçları, makine ve aksamları ve demir çelik ürünleri sektörleri ise yüzde 25 seviyelerinde ihracat artışı göstermiştir.
Bildiğiniz gibi, 2005 yılında İstanbul’daki demir çelik sektör temsilcileri bir araya gelerek İstanbul Demir Çelik İhracatçıları Birliğini kurmuşlardır. Buradan hareketle aylık ihracat rakamlarında sektörlere bu sektörümüzü de ekledik. Böylelikle demir çelik sektörü ihracatın üçüncü büyük sektörü olarak listede yerini almış oldu. Tekstil ve hammaddeleri, ihracatını yüzde 18,4 artırırken deri ihracatı yüzde 16,8 halı ihracatı ise yüzde 16,4 oranında artış göstermiştir.
Hazır giyim ve konfeksiyon sektörü ihracatını yüzde 6,5 oranında artırırken ilk defa 12 aylık rakamlarda da taşıt araçları hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün önüne geçmiştir.
Mayıs ayında 728 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren tarım sektörümüz, ihracatını ancak yüzde 10,1 oranında artırabilmiştir. Tarım sektörü ihracatındaki ivme kaybı ve bunun üretim kaybı ile olan ilişkisi masaya yatırılmalıdır. Sektörün beş aylık ihracatı 3 milyar 731 milyon dolar olarak gerçekleşirken 12 aylık ihracat rakamı ise 10 milyar dolar seviyesine yaklaşmıştır.
Tarım ihracatında en büyük ihracatı artışı yüzde 32,1 ile yaş meyve ve sebze sektöründe yaşanırken dört sektörde ihracat gerilemesinin yaşanması bizi düşündürmelidir. Zeyin, tütün ve kesme çiçek sektörlerinde gerileme yaşanırken canlı hayvan ve su ürünlerinde yaşanan ihracat kaybı süreklilik arz etmeye başlamıştır.
Madencilik ihracatımız ise Mayıs ayında yakaladığı performansı devam ettirmektedir. Mayıs ayında 202 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren sektörün ihracat artış oranı yüzde 39’dur. Madencilik ihracatımız Ocak-Mayıs döneminde ise yüzde 22,8 artarak 720 milyon dolara çıkmıştır.
Mayıs ayı ihracat rakamları geçtiğimiz ay döviz kurlarında yaşanan düzeltme hareketinin ihracata olumlu yönde yansımaya başladığının sinyalleri vermesi bakımından önemlidir. Uzun süredir değerli YTL’nin baskısıyla sıkıntılı bir dönem geçiren ihracatçılarımız biraz da olsa nefes olmuş oldu. Bu ihracat artışı Türkiye’nin özellikle sanayi üretimine de yansıyacak, dolayısıyla ekonomik büyümeyi de artıracaktır.
Ülkemizin büyüme hamlesinde çok önemli bir yeri olan ihracat sektörümüzün canla başla çalışarak gerçekleştirdiği ihracatımızda payı olan herkese teşekkür ederiz.
OĞUZ SATICI
TİM BAŞKANI
http://www.aliagahaber.com/sistem/eko/2006mayis.xls
http://www.aliagahaber.com/sistem/eko/mayis2006.ppt

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.