İZMİR’İN TARİHİ / 2
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, İzmir ve Batı Anadolu’daki dönüşümün başlamasına zemin hazırlayan üç önemli neden vardı. Bunlardan birincisi, Kıbrıs ve Sakız adalarının kısa bir zaman zarfında, arka-arkaya Osmanlı topraklarına katılmasıdır. Bu a
2006-06-25 00:54:03
İzmir’in Tarihi / 2
Ticarette Yaşanan Dönüşüm;
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, İzmir ve Batı Anadolu’daki dönüşümün başlamasına zemin hazırlayan üç önemli neden vardı. Bunlardan birincisi, Kıbrıs ve Sakız adalarının kısa bir zaman zarfında, arka-arkaya Osmanlı topraklarına katılmasıdır. Bu adaların Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girmesi, Ege ve Akdeniz dünyasındaki geleneksel ticaret dengelerini tamamen değiştirdi. Çünkü bu adalardan Akdeniz ticaretine etkin bir şekilde katılan Venedik, artık Osmanlı Devleti’nin uygun gördüğü biçimde faaliyet gösterecek bir konuma indirgeniyordu. Osmanlı Devleti ise, Ege ve Akdeniz ticaretini yönlendiren bir konuma kavuşuyordu.
İzmir’de ticari dönüşümün ikincisi, dünyadaki değişimle ilgilidir. Doğu mallarının taşındığı ve Halep kenti üzerinden Akdeniz’e ulaştığı geleneksel ticaret yolu bu yıllarda önemini kaybetmeye başlamıştır. Yolun önem kaybetmesinin nedenlerinden birisi, uzun süren Osmanlı-İran savaşları yüzünden oluşan güvensiz ortamdı. Doğudan gelen mallar bu güvensiz yolu izlemek yerine, kuzeye kaymış ve Erzurum üzerinden Anadolu’yu geçerek İzmir limanına yönelmeye başlamıştı. Halep yolunun önem kaybetmesinin bir diğer nedeni ise, Uzak doğu mallarının coğrafi keşiflerden sonra deniz taşımacılığıyla nakledilmeye başlanmasıdır.
İzmir’i bir ticaret kenti haline getiren üçüncü neden de, dünyadaki dönüşümlere bağlıdır. Coğrafi keşifler sonrasında İngiltere, Fransa, Hollanda gibi Avrupa devletlerinin ticari aktörler olarak dünyanın her yerine uzanmaları ve sömürge imparatorlukları kurmaları, İzmir’i de etkileyen bir gelişme olacaktır. Belirtilen devletlerin tüccarları, Osmanlı Devleti’nden aldıkları ayrıcalıklarla yeni dönemin en faal ticaret adamları olarak öne çıkacaklardır. Bu tüccarlar İzmir’e de yerleşecekler ve ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir.
Bu gelişmelerin İzmir’deki etkisi şaşırtıcı bir hızla izlenmeye başladı. 1590’lı yıllara kadar Sakız adası, Batı Anadolu’dan çıkan malların sevk edildiği en önemli merkezdi. Osmanlılar, Batı Anadolu üzerinden gelen sınırlı miktarda transit ticaret mallarını Çeşme’ye yönlendirirlerdi. Mallar Çeşme’den Sakız adasına, oradan da Avrupa’ya gönderilirdi.
Sakız adası, Osmanlı egemenliğine girince, tüccarlar Anadolu’dan gelen malları gemilerle Çeşme’den alıp, Sakız limanına ulaştırıp ve oradan Avrupa’ya giden açık deniz gemilerine aktarmak gibi pahalı ve zor bir işlemden vazgeçtiler. Bu yüzden 1590 - 1610 yılları arasında Batılı tüccarlar, Batı Anadolu ürünleri için transit liman olarak İzmir’i seçmeye başladılar. Çok geçmeden tüccar devletlerin konsolosluk binaları, İzmir’de boy göstermeye başladı. 1620 yılına gelindiğinde İzmir limanı, XVI. yüzyıldaki görüntüsünden tamamen farklı bir görüntü sergiliyordu. Liman canlanmış, Batılı tüccarlar ile limana mal getiren kervancılar bir arada ilginç bir kompozisyon oluşturmaya başlamıştı. İzmir’e gelen gemi sayısı artmaya başlamış, liman çevresinde gemicilerin kaldığı ve vakit geçirdiği mekanlar yükselmeye başlamıştı.
İzmir’in ticaret merkezi olarak yükselişinin ardında, Doğu Akdeniz ticaretinde egemen olan Fransa ve Venedik ile rekabete girişen İngilizlerin tutunma çabalarının da etkisi bulunmaktadır. Ticaret yapan unsurların çoğalması hem rekabeti artırıyor hem de talep olunan ürünlerin çeşitlenmesine neden oluyordu. Geleneksel ürün olan baharatın yanında yünlüler, pamuklular ve kuru meyveler gibi mallar da yer almaya başlamıştı. Tahmin edileceği üzere İzmir, verimli iç bölgesinde üretilen bu malların dış satım limanı konumuna gelmesi nedeniyle, bu ürünleri arayan tüccarların yeni yerleşim yeri özelliği kazanıyordu. XVII. yüzyılın ortalarından itibaren Uzakdoğu ipeklerinin de doğrudan İzmir’e gelmeye başlamasıyla birlikte, İzmir gerek ekonomi, gerekse nüfus açısından girdiği büyüme sürecini devam ettirecektir.
VII. Yüzyılda Kentsel Yerleşim ve Nüfus Yapısında Dönüşüm
İzmir, idari yönetim açısından, Osmanlı Devleti’nin klasik yapısına uydurulmamış, bir eyalet merkezi haline getirilmemiş, Padişah hassı olarak ilan edilmişti. Kentte deniz asayişini sağlamak için bir Kaptan Paşa görevlendirilmiş, yargı işlerine bakmak ve idari işleri görmek için bir kadı atanmış ve Padişah adına vergileri toplamak için de bir Voyvoda hizmet etmişti. Görülmekte ki, İzmir Osmanlı merkezi yönetim yapısının dışında bırakılmış, halk kendi işlerinin kendisi yürütmesi açısından diğer Osmanlı kentlerine nazaran daha özgür bırakılmıştı.
Ticaretteki gelişmeler, İzmir’in kentsel yerleşim ve nüfus açısından dönüşüm yaşamasına zemin hazırladı. Öncelikle Avrupalı tüccarlar, kent sahili boyunca yerleşmeye başladılar. Bu caddede hızla konsolosluklarını, ticaret hanelerini inşa etmişler ve liman çevresinin fiziksel yapısını değiştirmişlerdi. 1620’li yıllardan itibaren Batılı tüccarların evleri, dükkanları, ürün işleme ve depolama binaları, şehrin deniz kıyısında yer alır oldu. Bu dönemde kıyıda yerleşmek bir prestij olmayıp, ticaretle ilgili bir tercihti. Çünkü o yıllarda henüz organize olmuş bir ticaretten ve gelişkin bir alt yapıdan söz etmemiz mümkün değildir. Her ev, aynı zamanda işyeri fonksiyonu da görebilmekteydi. Çünkü küçük iç liman büyüyen ticari kapasiteyi kaldırmaktan uzaktı. Bu nedenle rıhtım olmayan fakat gemi yanaşmasına müsait kıyı boyunca inşa edilen ev ve depolar, ticari amaçla da kullanılmak zorundaydı. Ayrıca kıyıda ev yapmanın güvenlik açısından da yararları vardı. Frenkler, bu dönemde evlerini, zor durumda kalmaları halinde, sandallara binip, açıkta bekleyen gemilerine kaçıp sığınabilecekleri tarzda inşa ediyorlardı.
İç limanın sınırlarını oluşturan bugünkü Kemeraltı yayının üzerinde XVII. yüzyıl boyunca yapılan camiler, kentin bu dönemdeki hızlı büyümesinin işaretleri gibidir. Bunlardan başka yine kentin değişik mekanlarında yapılan camiler bulunduğunu da belirtmek mümkündür. Anlaşılacağı üzere, camiler de kentin fiziksel dokusunu değiştiren kamusal kullanım binaları olarak, İzmir’deki yerlerini almışlardı.
Kentin fiziksel mekanını farklılaştıran bir diğer alan ise, XVII. yüzyıl içinde gelişen hanlar bölgesidir. Yüzyılın başından itibaren ticaretin canlanmasına bağlı olarak hanların bir biri ardından yükseldiği izlenmektedir. İzmir’de ülkeler arası çalışan tüccarlara hizmet veren hanların sayısı XVII. yüzyılın başında 25 iken, 1670’te bu sayı 82’ye ulaşmıştı. Buna ek olarak, tuz işleme atölyeleri, kahvehaneler, meyhaneler, sabun üretim atölyeleri, yağhaneler vb. işletmeler liman bölgesinin değişiminin tanıkları olarak ortaya çıkmışlardı.
XVII. yüzyıla ait gravürler, kentin yerleşim alanının genişlediği ve fiziksel yapısının değiştiğini göstermektedir. Gravürlere ve yazılı belgelere göre, Kadifekale eteklerinde başlayan yerleşim, sahil şeridini izleyerek kuzeyde Punta (Alsancak Burnu) olarak adlandırılan çıkıntıya kadar uzanıyordu. Güneyde ise, bu günkü Varyant başlangıcını oluşturan Yahudi mezarlığına (Maşatlık) değin ulaşıyordu. Limanın doğusunda Kadifekale eteklerinde Türkler yaşıyordu. İkiçeşmelik ve Keçecileriçi gibi Türk bölgelerinin arasına, Havra sokağı gibi Musevi yerleşimleri girmişti. Kıyıdaki Frenk mahallesinin hemen gerisinde Rumların, bunlarla Türk bölgelerinin arasında da Ermenilerin mahalleleri sıralanmaktaydı.
Kıyıya yakın bölgelerde iş alanları yoğunlaşırken, yerleşim alanları da bu bölgenin arkasında içeriye doğru genişlemişti. Mahalleler arasında ve içinde bulunan sokakların çok geniş olduğunu söylemek zordur. Sokakların en geniş yeri 3-4 metreyi bulmakta, yüklü bir deve ancak geçebilmekteydi. Bu sokaklar dar olduğu kadar karışıktır da! Tüm bunlar, kentte planlı bir yerleşmenin olmadığını bize göstermektedir. Ancak XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra, kentin imar çalışmalarına hız verilmiş, sokaklar bu dönemde genişletilmiş ve kaldırım döşenmeye başlanmıştır.
Ticarî faaliyetler ve buna bağlı olarak sağlanan ekonomik refah, 1650’li yıllardan sonra, kente ticari altyapı sağlamaya yönelik bir inşaat patlamasına neden olmuştur. Kentin önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, öncelikle alış verişin ve malî sözleşmelerin gerçekleştiği, bir çarşı (bedesten) ve gümrük binası inşa ettirdiler. Gümrük binası, ihraç ve ithal edilen malların denetimini sağladığı gibi, gümrük gelirlerinin artmasına da yol açmıştır.
Ayrıca kentin su ihtiyacını gidermek için, bir su kemerinin yapılması ve su yollarının inşası da planlanmıştı. Vezir Osman ağa veya vezir suyu adıyla tanınan içme suyu bu dönemde, kentin sebil ve çeşmelerinden akmaya başlamıştır. Vezir suyunu kente taşıyan kemer, hala durmaktadır.
Kentte imar faaliyetlerinin görüldüğü bu dönemde, kentin yaşam serüveninde hiç eksik olmayan bir felaketle tekrar yüz yüze kalıyordu: deprem! 1654 ve 1664 yıllarında yaşanan depremler, kentte korkuya yol açıp, yabancıların gemilere sığınmalarına neden olmuşsa da, çok büyük yıkıma yol açmamıştır. Ancak 1688 yılında İzmir, tarihinde gördüğü en şiddetli depremlerden birisini yaşamıştı. Yaklaşık 15.000 ile 20.000 kişi hayatını yitirmiş ve depremin ardından çıkan büyük yangın, neredeyse kentin tamamını tahrip etmişti. Deprem ve yangın sonrasında İzmir, hızla yeniden inşa edilmeye başlanmış, bu inşaat faaliyetlerinin önemli bir bölümünü Osmanlı yönetimi üstlenmiş, hatta öncülük etmişti. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın bu süreçte inşa ettirdiği Büyük Vezir Hanı, abidevi yapısıyla yapılacak diğer hanlara model oluşturmuştu. Şehrin yeniden imar çalışmalarına yerli halkla birlikte, Frenkler de büyük destek olup, katkıda bulunmuş, böylece hızlı bir gelişme sağlanmıştı.
Ticaret, kenti sadece fiziksel açıdan değiştirmekle kalmamış, şehrin nüfus yapısını da büyük oranda etkilemiştir. İzmir’in dünya ticaretiyle bütünleşme yolunda böylesi gelişimlerin yaşanması üzerine, ticarette aracı rolü oynayan Osmanlı tebaası Rum, Yahudi ve Ermeniler hızla İzmir’e yerleşmeye başlamışlardı. Bu kişiler, hem Batı dillerini konuşmaları, hem de Türkçe bilmeleri nedeniyle yerli halkla ilişki kurabiliyorlardı. Bundan dolayı, onlar ticaretin vazgeçilmez aracıları haline gelmişlerdi. Bu durum İzmir’in dış ticaretinde Türklerin rolünün sınırlı kalmasına neden olmaktaydı. İzmir ticaretinde esas rolü Avrupalı tüccarların oynaması, doğal olarak Türklerin ticari etkinliklere katılmasını zorlaştırmaktaydı. Bu dönüşüm sürecinde İzmir’de nüfus açısından Türkler elbette çoğunluktaydılar. Kentin iç pazarlarına, geleneksel ticaretine egemendiler ve kent halkının gereksinimlerini karşılamaktaydılar. Ancak uluslararası ticarette etkin değillerdi.
Ticari canlılık ve uluslar arası ticaretin kentin hakim ekonomik sektörü oluşu, İzmir’i nüfus açısından kozmopolit bir hale getirmişti. Kentte Türklerin yanı sıra Osmanlı uyruğu olan gayri müslimler yaşarken, bu dönüşüm sonucunda Avrupalı bir nüfus grubu da oluşmuştu. Nitekim Frenk mahallesi, Osmanlı Devleti’nde Batı kültürünün, kendini çevresinden ayırmasının fiziki simgesiydi. Frenk mahallesinde yaşayan Avrupalılar, yaşadıkları bölgede, hayatlarını kendi ülkelerindekine benzetebilmek için, ibadethaneler, kulüpler, lokantalar, kültür merkezleri, hastaneler vb. yapıları inşa ettirmişlerdi.
atılı ve yerli unsurların bir arada bulunduğu bir kent olarak İzmir, diğer Osmanlı kentlerinden farklı bir nüfus yapısına sahip olmuştu. Nüfus dışında Frenk mahallesindeki Batılı yaşam tarzı, gelecek yıllarda İzmir kültürünü etkileyen unsurlardan birisi olacaktır.
Ancak İzmir halkının yaşadığı önemli sorunlar da vardı. Liman kentlerinin karşı karşıya kaldığı sıkıntılardan olan salgınlar İzmir nüfusunu etkileyen bir faktördür. İzmir gibi liman kentleri, gemilerin ya da kervanların son durağı olduğu için, her zaman salgın hastalık tehlikesiyle yüz yüzeydiler. İzmir kenti de başta veba, çiçek ve kolera olmak üzere salgın hastalıklardan büyük zararlar görmüştür. Salgınlar genellikle yaz aylarında ortaya çıkardı. Kentte salgın başlayınca, yabancılar derhal kent dışına çıkıp kimseyle temas etmediklerinden, salgın dönemini kolay atlatırlardı. Hastalarından ayrılmayan Müslümanlar ile Museviler, büyük kayıplara uğrardı. Nitekim 1676 veba salgınında 30.000 kişinin yaşamını yitirdiği kaynaklarda yer almaktadır.
İzmir tarihi boyunca, savaşlar, depremler, yangınlar ve salgın hastalıklar gibi, sorunlarla sürekli tahrip olup, yıkılmışsa da, her felaketin ardından yeniden canlanıp, yaşantısına daha güçlü ve zengin bir biçimde devam etmeyi başarmıştır.
XVIII. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla İzmir
İzmir'in XVII. yüzyıl boyunca devam eden büyüme süreci, XVIII. yüzyılda da artarak devam etmiştir. Üstelik 1740'lardan sonra ikinci büyüme evresi diyebileceğimiz daha canlı bir dönemi de yaşamıştır. İkinci büyüme evresi, İzmir'i bir uluslar arası liman kenti statüsünden, dünya kenti statüsüne taşımıştır. Bu dönemde İzmir, Osmanlı İmparatorluğu'nun dünya ekonomisi ile eklemlendiği yer haline gelmiştir. 1650-1750 yılları arasında İzmir, kıtalararası ticarette aracı durumdadır. Burada ticarete konu olan mallar, Ankara tiftiği, İç Anadolu derileri, İran İpeği, Uzak Doğu malları olup, İzmir ve Batı Anadolu'ya özgü olmayan ürünlerdir. Tebriz-Tokat-İzmir üzerinden akan kervanların taşıdığı malların ihraç edildiği bir limandır.
1770-1870 yıllarını kapsayan yaklaşık yüz yıllık dönemde İzmir, ticaretteki aracı işlevinden sıyrılmıştır. İç bölgesinin değerli tarım ürünlerini, dünya pazarlarına aktaran bir çıkış noktası ve limanı konumunu kazanmıştır. Başta pamuk olmak üzere, afyon, kuru üzüm, kuru incir, palamut, doğal kök boya, zeytinyağı, sabun vb. yerel ürünlerin ihracı önem kazanmaya başlamış, bu nedenle İzmir'in arka bölgesinde de bir canlanma ve ekonomik refah izlenmeye başlamıştır. Bu yüz yıllık dönemde, İzmir limanından yapılan ihracatta on kata ulaşan bir artış vardır ve bu evrede, İzmir'in bir liman kenti olarak büyümesini hazırlayan unsurların, üç ana neden üzerine oturduğu görülmektedir:
Batı Avrupa'da sanayi devrimi nedeniyle tarımsal ürünlere ve hammaddeye aşırı ihtiyaç duyulması.
İngiltere'nin Hindistan'a kesin yerleşmesinden ötürü Asya ile iletişim kanallarının açık tutulması için Anadolu'dan yararlanma arzusu ve bunun amaçla Batı Anadolu'yu kullanması.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı nedeniyle İngilizlerin tekstil sanayisi için acil ihtiyaç duydukları pamuğu temin edemeyişi ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, özellikle Batı Anadolu'da pamuk tarımını canlandırmaları.
Bu nedenlere bağlı gelişmeler, Osmanlı Devleti'nde XVIII. yüzyılın sonlarında pamuk tarımının patlama sebebi olarak kabul edilmektedir. Verimli Ege topraklarında dış talebini karşılamak için pamuk üretilmeye başlanmıştır. Avrupalılar tarafından getirilen pamuk tohumları, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz vadilerindeki verimli ovalarda ekilmeye başlanmıştır. Artan üretime bağlı olarak İzmir'de dünyanın büyük bir pamuk pazarı oluşmuştur.
Pamuk üretim ve ticaretini, bu dönemde Ege bölgesinin ayan denilen yerel yöneticileri kontrol ediyorlardı. Ayanlar, İzmir'de daha önce var olan hanlar bölgesinde yeni hanlar inşa ettirmeye başlamışlardı. Bunlar, Mirkelam-oğlu Hanı, Karaosman-oğlu Hanı, Büyük Demirhan, Küçük demirhan gibi hanlar olup, bir kısmı binayı yaptıran ayanların ismini almıştır. Ayanlar, yaptırdıkları hanlarla kendi güçlerini gösterirlerken, kendi geniş topraklarında üretilen pamukları depoluyorlardı. Böylece İzmir'deki hanlar, hem ticareti besliyor hem de depolama hizmetini yerine getiriyorlardı.
Yerel ürünlerin ticaretinin önem kazanmaya başlaması, ticari etkinlikleri elinde tutan cemaatler arasında bir farklılaşmanın yaşanmasına neden olmuştur. Ticarî etkinlikler bu döneme kadar Ermeni ve Yahudilerin elinde iken, yerel malların hem üretiminde, hem de ticaretinde Batı Anadolu Rumları ön plana çıkmaya başladı. XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren İzmir çevresinde gelişen yeni ticaret ağını, yerli Rum tüccarlardan oluşan bir aracı grup denetlemeye başlamıştı. Zamanla yerli aracılar, Batı Anadolu'daki her türlü ticaret ve iletişim konusunda vazgeçilmez hale geldiler.
XVIII. ve XIX .yüzyıllarda İzmir, bir "altın çağ" yaşayarak, Doğu Akdeniz'in en önemli liman kenti haline geldi. Aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin önde gelen ihraç limanları arasında ilk sıralarda yer aldı.
Bölüm V
XIX. Yüzyıldan Cumhuriyet'in İzmir'ine
XIX. yüzyıla girilmesiyle, İzmir ve Batı Anadolu'nun tarihsel serüveninde çok önemli dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır. İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında, 1838 yılında Balta Limanı Ticaret Antlaşması olarak bilinen, serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır. 1838 anlaşması ile İngiltere'nin elde ettiği ayrıcalıkları daha sonra Fransa, başta olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri de elde etmişti.
1838 ticaret anlaşmasındaki gümrük indirimleri, Osmanlı yönetiminin ticaret üzerindeki denetiminin azalması ve konsolosluk mahkemelerinin yargı alanının genişlemesi, yabancı tüccarların İzmir'e akın etmesine neden oldu.
1856 yılında yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi ise, önemli miktarda yabancı nüfusun İzmir'e akmasına neden oldu. 1847-1880 yılları arasında İzmir'deki yabancı nüfusun önemli bir artış gösterdiğine tanık olmaktayız. 1847'de 15.000 kişi olan yabancı nüfus, 1880'de 50.000 kişiye ulaşmıştı.
İzmir ve Batı Anadolu'da ticari kapasitenin büyümesiyle, finansal örgütlenmeler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Nitekim bir grup tüccar tarafından 1843 yılında Commercial Bank Of İzmir kurulmuştur. Bunu 1860 yılında Credit Lyonnais'in İzmir şubesini açması izler ve ardından da 1863'de Osmanlı Bankası İzmir'de şube açar.
Yabancılar İzmir'e gelirken beraberlerinde sermaye, iletişim ve nakil araçları, yatırım planları hatta Afrika'dan köle bile getirerek, bölgeyi kolonileştirmeye çalıştılar. Ancak yabancılar bu arzularına rağmen, İzmir'den pek içeriye giremediler. İç bölgeyle olan ilişkilerini yerel aracılarla sürdürmek zorunda kaldılar.
Kentin nüfus yapısında da, önemli değişimler ortaya çıktı. Bu arada şehrin zenginliğinin çok büyük bir kısmını yabancılar denetlerken, gelişen ticaret ortamında yabancılarla kolay ilişki kuran Osmanlı tebaası Rum ve Ermeni nüfus, kapitülasyon haklarından yararlanarak, çok önemli avantajlar elde ettiler. Kapitülasyonların ve Avrupalı güçlerin yardımlarıyla İzmir'de aynı işi yapan Türklerin karşısında ayrıcalıklı bir konuma kavuştular.
Ticaretteki gelişmelere paralel olarak, 1850'li yılları takiben İzmir'e büyük bir sermaye akımı olmuştu. Ticari güvence kazanan kapital sahibi kişiler, ticari faaliyetlerini İzmir'den yürütmeye başlayarak, dış dünya ile haberleşmenin kolay sağlandığı, deniz nakliye şirketlerinin bulunduğu bir bölge olan Pasaport civarına yerleşir olmuşlardı. 1850 yılında İzmir'de 20 değişik ülkenin tüccarları büyük ticaret evleri kurmuşlar ve bu ülkelerin 17 tanesi şehirde konsolosluk açmışlardı. İzmir, Batılı devletlerle olan ticari hacmine paralel olarak büyük bir gelişim ve dönüşüm içine girmiştir. 1850'li yıllardan itibaren hız kazanan bu değişim, I. Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılına kadar aralıksız devam etmiştir.
İzmir'e Yapılan Yatırımlar
İzmir'de gelişim ve dönüşüm, hiç kuşkusuz demiryollarının yapımı ile farklı bir sürece girmiştir. Demiryolunu izleyen liman ve rıhtımın inşaatlarıyla da, hız kazanmıştır. İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba (Turgutlu) arasında açılan demiryolu bağlantıları, Türkiye'nin ilk demiryolu hatlarıydı. Bu demiryolu hatları, İngiliz ve Fransızlar tarafından, Batı Anadolu'nun tarım ürünlerini hızlı bir şekilde nakletmek, son derece zengin olan iç bölgeyi limana bağlamak için kurulmuşlardır. İzmir'deki bütün tüccarlar, Batı Anadolu'nun İzmir'e demiryoluyla bağlanması durumunda ticaretin ve dolayısıyla kârlarının çok artacağının bilincindeydiler.
1860'lı yıllara kadar İzmir'de var olan liman ve rıhtım genişleyen ticareti kaldıracak kapasiteye sahip değildi. Bu durum, gemilerin yükleme ve boşaltma işlemlerinde güçlük yarattığı gibi, kaçakçılığa da büyük çapta olanak sağladığından, gümrük gelirlerinde önemli kayıplara yol açmaktaydı. 1860'lı yıllarla birlikte demiryolu hatlarının işletmeye açılmasıyla, iç bölgeden gelen malların akışının hızlanması ve artması nedeniyle, büyük tonajlı gemilerin rahatça yanaşıp, yükleme boşaltma yapabilecekleri bir rıhtıma ihtiyaç duyulmuştur. 1867'de J. Charnaud, A. Baker ve G. Guerracino adlı İngiliz tüccarların kurdukları şirkete Rıhtım inşaatının yapım imtiyazı verilmiştir. Şirket 1869'da inşaata başladı ancak, imtiyaz kısa bir süre sonra bir Fransız firmasına devredildi. Rıhtım, gümrük önündeki 75 metrelik bir alan dışında, 1876 yılında tamamlanarak hizmete açıldı. Rıhtımın yükleme ve boşaltmadaki kolaylıkları görülünce 75 metrelik bölüm de doldurularak, 1880 yılında rıhtımın tamamı hizmete açıldı. Bundan sonra rıhtıma tramvay hattı döşenirken, denizden ve arka taraftaki bataklıklardan kazanılan değerli araziler satılarak, kentin yerleşiminde zengin ve batılı semtlerin oluşacağı alanlar da kazanılmıştı.
Birinci Kordon'a döşenen tramvay hatları ile gündüzleri yolcular taşınıyordu. Geceleri ise, tramvay hattında çalışan tren katarları, Alsancak Garı'na gelen malları Birinci Kordon'dan geçirerek İzmir Limanına aktarıyordu.
İngilizler, Alsancak'ta Gar'ın yapımından sonra, burada geniş araziler almaya başlamışlar, lojmanlar, depolar, tamir ve bakım atölyeleri ile pek çok müştemilat binası ile itfaiye teşkilatını yerleştirmişlerdi. Öte yandan, St. Jean kilisesi ve İngiliz hastanesini de bu yöreye inşa etmişlerdi. Ayrıca demiryolunun burada olması nedeniyle XIX. Yüzyılın sonlarında başlayan sanayileşme de, bu bölgede yoğunlaşmaya başlamıştı.
Özellikle Alsancak'tan Bornova'ya gidiş yolu olan Darağacı Bölgesi [Bu gün Alsancak Stadının ön Caddesi], Rum amelelerin yerleşim bölgesi olmuş aynı zamanda, kentin sanayi mıntıkası haline gelmişti. Bu bölgede tamamı yabancılara ait buharlı değirmenler, sigara ve okul kağıdı fabrikası, bıçkı atölyeleri, Havagazı Fabrikası (1860), Buz Fabrikaları, Prina Fabrikası, Pamukyağı ve Makarna Fabrikası kurulmuştu.
Ayrıca İngilizler dokuma sanayiinde ön saflardadır. Şark Sanayii ile İzmir Pamuklu Mensucat bunların en meşhurlarıdır. Öte yandan deri fabrikaları önemli kuruluşlardandır. Yine bu bölgede Eaux de Smyrna isimli su fabrikasını da anmamız gerekir. Ayrıca 1886 yılında Reji şirketinin tütün ve sigara fabrikası kurulmuş, öte yandan bölgenin değerli ürünleri olan üzüm ve incirin ihracında kullanılan tahta kutu imalathaneleri de Punta'ya yerleşmeye başlamıştı.
Tarım ürünlerinin ticaretinin artması, gelen sermayeye paralel olarak sanayiinin gelişmeye başlaması, ucuz iş gücüne ihtiyaç duyulmasına yol açmıştır. Ancak İzmir ve Batı Anadolu'da yeterli işçi bulunmamakta, bu ihtiyacın karşılanması için; kıraç, verimsiz Ege adalarında yaşayan Rumlar, Anadolu'ya getirilmeye başlanmıştı. Getirilen Rum nüfusun bir kısmı tarım alanlarında istihdam edilirken, önemli bir kısmı da işçi olarak İzmir'deki tesislerde çalıştırılıyorlardı. Rum işçilerin İzmir'e gelmesiyle, kentin yerleşim mekanlarında değişimler yaşanmaya başlanmıştı. Günümüzdeki gecekondulaşmaya benzer biçimde Darağacı, Halkapınar, Tepecik, Kızılçullu (Şirinyer) ve Buca'da işçi mahallelerinin kurulduğuna tanık oluyoruz. Bunlar her kurdukları mahalleye kiliselerini yapıyorlar ve mahalle kilisenin adıyla anılmaya başlanıyordu.
Rıhtım Şirketinin denizi doldurarak oluşturduğu bölgede ve Kordon'da, yabancılar kendi yaşam alışkanlıklarını sürdürecek mekanlar yaratmışlardı. Özellikle yüksek gelir gruplarına yönelik pek çok kulüp ve dernek binası bu civardaydı.
Bunlar Avrupalılar Derneği (Club Europen), Tüccarlar Derneği ve Kulübü, Avcılar Kulübü, Sporting Club ve Concert America Tiyatro salonu en görkemli yapılardı. Ayrıca, İzmir'in görkemli yapılarından birisi de Kramer Palas Oteli ile onun üst katındaki Club Hellenique idi. Artık kentin insan kitlesinde büyük farklılaşmalar oluşmuştu. Bu kitle, Kordon'da konutlar da edinmeye başlamış, Pasaport yöresinden kuzeye doğru, konut alanları yoğunlaşmıştı. Sakız'dan gelen tüccarların oturdukları ev anlamına gelen Sakız tipi mimari, yani iki katlı ve cumbalı konut mimarisi de İzmir'de yaygınlaşıyordu.
Bunlardan başka Whitall, Giraud, Charnaud, Forbes, La Fontaine, Patterson gibi zengin tüccar aileler, Buca, Bornova ve çok az olmakla birlikte Karşıyaka'da geniş araziler alıp, görkemli malikaneler kurmuşlardı. İnşa ettirdikleri binaların projelerini yurtdışında çizdiriyorlar, malzemelerini [tuğla, kiremit mermerlere varıncaya kadar] yurtdışından getirtiyorlardı. Böylece İzmir'de çok farklı, elit bir tabaka ve yaşam biçimi ortaya çıkıyordu. İzmir'in banliyölerinde yaşamaya başlayan bu aileler, sadece İzmir'e gidiş gelişlerini temin etmek için, ek demiryolu hatları dahi açtırıyorlardı.
İzmir'de Kentleşme Çalışmaları ve Belediye Hizmetleri:
İzmir, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde gerçek anlamda "modern kent" olgusunun oluşmaya başladığı ender kentlerden birisidir. İzmir'de modern anlamda kentleşme süreci ve kamusal mekanların yaratılması, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin modern bir monarşi olma yoluna girmesine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde Konak meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir'in ilk Konak meydanıdır. 1829'da konak idari bir bina olarak kullanılmaya başlanmış, böylece meydanda devleti simgeleyen resmi bir bina vücuda getirilmiştir. Bu binanın daha sonra yabancılara karşı devleti temsil eden prestij kurumu olması düşünülmüş ve 1869'da yeniden inşa edilerek, 1872 de Hükümet Konağı olarak hizmete girmiştir.
Katip-oğlu konağı hükümet binası olarak kullanılırken ön tarafına, 1950'li yıllarda ne yazık ki yıktırılan kışla binası yaptırıldı. Sarı Kışla olarak bilinen yapı 1829'da tamamlanarak, Konak meydanında devleti simgeleyen ikinci görkemli ve resmi bina oldu. Bu meydanda modernleşmenin önemli simgelerinden bir tanesi de, Sultan II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yıldönümü için 1901'de yapılan Saat Kulesidir. Saat Kulesi, Sarı Kışla ve Hükümet Konağı ile, kentin modern anlamda ilk kamusal meydanı, XIX. yüzyıl içinde yaratılmıştır.
Modernleşme sürecini yaşayan İzmir'de yabancı şirketler kanalıyla, havagazı, su, tramvay gibi hizmetlerin sınırlı da olsa sağlandığına tanık olmaktayız. Kentleşme süreci açısından bu gelişmelere rağmen, İzmir'in uluslararası ticarette öneminin artması sonucu kentte yaşanan büyüme, altyapı ihtiyacını da beraberinde getirmişti. Bunun üzerine, başta İngilizler olmak üzere, Ecnebi tüccarlar, İzmir'de Belediye örgütü kurulması için istekte bulunmaya başladılar. Osmanlı Hükümeti de 1867 yılında kentin büyüklüğü, sokak ve Pazar yerlerinin bakımsızlığı gibi beledi sorunları göz önüne alarak, bir Belediye teşkilatının kurulmasına karar vermiştir. Ancak kentin kozmopolit nüfus yapısı ve gruplar arasındaki çıkar çatışmaları, belediye hizmetlerini engeller duruma gelmiştir, bunun üzerine 1879 yılında ikinci bir belediye dairesi kurma yoluna gidilmiş, 1880 yılından itibaren kentte iki tane belediye dairesi hizmet sunmaya başlamıştır.
Ticaret Hayatı
İzmir'de ticaretin böylesine gelişmesi, bir takım ticari örgütlenmeleri de gündeme getirdi. Öncelikle 1850'li yıllardan itibaren, İngiliz ve Fransız tüccarlar İzmir'de birer tane Ticaret Odası kurdular. Ardından İtalyan ve Felemenkler de aynı girişimde bulundular. Diğer yandan İzmir'deki tüm tüccarları kapsayacak bir ticaret odasının kurulması 1880 yılında gündeme geldi ve 1885 yılında, odanın resmen kuruluşu tamamlanabildi.
Bir başka ticari örgütlenme ise, Ticaret Borsası kurma çabalarıdır. Bu çabalar XIX. yüzyılın başından itibaren sergilenmişse de, bunları borsa olarak nitelendirmemiz pek mümkün değildir. Modern ve kapsamı itibarıyla gerçek borsanın kuruluşu yolunda ilk adımlar 1891 yılında atılmaya başlanmış, sonunda hükümet 1892 yılında borsanın açılışına izin vermiştir.
Ticaret kenti olan İzmir'de, ticaret mekanları Kemeraltı ve Frenk Sokağı olmak üzere ikiye ayrılmış durumdaydı. Kemeraltı bölgesi, geleneksel ticari ilişkilerin yaşandığı, daha çok yerli unsurlara hizmet eden, eski iç liman boyunca gelişmiş olan bir ticaret alanıydı. Kemeraltı Çarşısına baktığımızda, Osmanlı Devleti'nin geleneksel "arasta" yapısını görmekteyiz. Ayrıca bu çarşıda Taşçılar içi, Mermerciler içi, Çiviciler içi, Şekerciler içi, Kavaflar içi, Kantarcılar içi, Yemiş Çarşısı gibi her sokağın isimle anıldığı, belli ürünlerde uzmanlaşmış yerler olduğunu görüyoruz.
Frenk Sokağı ise, bugünkü yapılanmaya göre Kemeraltı'nın doğusundan başlayıp, Pasaport, Cumhuriyet Meydanı ve Alsancak'a kadar uzanan, buradaki Levantenlerin ve yabancıların alış veriş yaptığı, bir az daha üst gelir grubuna hitap eden ticaret merkeziydi. Kemeraltı'nda yerli ürünlerin ticareti yapılırken, burada daha çok Avrupa mallarının satıldığı görülmektedir. Avrupa'nın büyük mağazalarının şubelerinin bulunduğu, Avrupa modasının yansıdığı bir ticaret yapılmaktaydı.
Basın ve Kültür Hayatı
İzmir'in XIX. yüzyıldan itibaren ticari yapının dönüşmeye başlamasıyla, tüccarlar arasında iletişim kurma konusunda bir ihtiyaç belirir. Gazete yayınlanması konusunda ilk girişimler de bu dönemde görülür. İzmir Osmanlı döneminde basının beşiği olur. İlk gazete 1821 yılında Fransızca olarak yayın hayatına başlayan "Le Spectateur Oriental" adlı gazetedir. Ancak bu gazete, Mora İhtilalini desteklediği için yayın hayatı kısa sürer. Basına ihtiyaç duyulan İzmir'de, kısa bir süre sonra Alexandr Blacque isimli bir girişimci, yine Fransızca olan "le Courier de Smyrne" başlığını taşıyan bir gazeteyi daha yayın hayatına sokar. Bu gazetenin ardından yine Fransızca yayınlanan ve 1841'de başlayan yayın faaliyetini, 1915 yılına kadar aralıksız sürdüren "Empercial" gazetesini görürüz. Bunların ardından "Journal de Smyrne" gibi gazeteleri de sayabiliriz. Osmanlı Devleti'nde ilk Rumca gazete yayınlanması çabalarının da yine İzmir'de gerçekleştirildiğine tanık olmaktayız. İzmir'in kozmopolit nüfus yapısı nedeniyle burada Fransızca ve Rumca'nın yanı sıra İbranice ve Ermenice gazeteler de yayınlanmıştır.
İzmir'de Türkçe gazetenin yayın hayatına girmesi için 1868 yılını beklemek gerekmiştir. 1868'de açılan Vilayet Matbaası, resmi nitelikli ilk Türkçe gazete olan "Aydın"ı yayın hayatına sokmuştur. Kısa bir süre sonra "Devir" ve "İntibah" adlarını taşıyan iki gazete daha yayın hayatına girmişse de, bunlar Türk okuyucu kitlesinin azlığı nedeniyle, kısa ömürlü olmuşlardı. 1876'da I. Meşrutiyet'in ilanının ardından Osmanlıcılık idealini yaymaya çalışan Karidi Efendi isminde bir İzmirli Rum, Türkçe "İzmir" gazetesini yayınlayarak, Türkçe gazete eksikliğini gidermeye çalışmıştır. Ancak düzenli olarak yayınlanan Türkçe gazeteye ulaşmak için, 1886 yılını beklemek gerekecekti. İzmir'in kültürlü gençlerinden Tevfik Nevzat ve Halit Ziya (Uşaklıgil) "Hizmet" gazetesini yayınlamaya başlarlar. Bu gazete fikir ve politika gazetesi olup, ekonomik sorunlara ve edebi konulara da yer vermektedir. Hizmet gazetesinin ardından çok uzun dönem yayın hayatında kalacak olan "Ahenk" gazetesi 1895 yılında yayınlanmaya başlamıştır.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, İzmir'de de basın alanında önemli bir sıçrama yaşanır. Yayında bulunan Ahenk ve Hizmet gazetelerinin yanına yeni gazeteler eklenmiştir. Bu gazetelerin başında II. Meşrutiyet'i hazırlayan İttihat ve Terakki Fırkasının resmi yayın organı niteliğinde olan "İttihat" gazetesi gelmektedir ki, bu gazete daha sonraları uzun yıllar "Anadolu" adıyla yayın faaliyetini sürdürmüştür. Bundan başka yayına giren bir gazete ise, "Köylü" gazetesidir.
İzmir'de matbaacılık ve kitap yayımı konusunda daha XVIII. yüzyıldan itibaren Rum, Ermeni ve Museviler faaliyette bulunarak, yoğun bir biçimde kitap basımını gerçekleştirmişlerdir. Aynı şekilde XIX. yüzyılın başından itibaren Fransızlar ve Amerikalılar İzmir'de matbaalar kurarak misyoner amaçlı çok sayıda kitaplar basmışlardır. İzmir'de Türkçe kitap basımı için ancak 1870'li yılları beklemek gerekmiştir. İzmir'de Rumca, Ermenice, İbranice, Fransızca ve İngilizce basılan kitaplar binlerle ifade edilirken, 1928 yılına, yani harf devriminin yapıldığı tarihe kadar, Türkçe basılan kitap sayısı yalnızca 500 adettir.
XIX. yüzyılda İzmir'de kütüphanecilik çok yetersizdi, yalnızca vakıflara ait ve genellikle camilerin bir köşesinde biriktirilen kitaplardan oluşmaktaydı. Örneğin Hisar, Şadırvan ve Salepçioğlu Camilerinin kütüphaneleri en tanınmış olanlarıydı. Fakat özellikle pozivitizmin etkisiyle birlikte, genel kütüphane oluşturma isteği kısa zamanda İzmir'de de etkisini göstermekte gecikmedi. İzmir'de ilk olarak bir kütüphanenin kurulduğuna tanık olmaktayız. Giritli Ali Efendi isminde bir şahıs 1900'lerin başında Eşrefpaşa'da bir kütüphane açar ve böylece İzmir Milli Kütüphanenin de temelleri atılmış olur. İzmir'de Milli Kütüphane kurulması, İttihat ve Terakki Fırkası'nın çabalarıyla gerçekleşir. 1912 yılında okumuş, kültürlü Türk gençlerinin yetiştirilmesi amacıyla, Milli Kütüphane kurulur ve bu kütüphaneye gelir sağlaması için de bir sinema açılır. İzmir Milli Kütüphane, ulusal kültürün oluşmasında çok önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Milli İktisat ve İzmir
İzmir'in liman kent olarak XIX. yüzyılda Doğu Akdeniz'de ön plana çıkmasıyla birlikte, Ege Bölgesindeki ticari faaliyetlerde Levantenler ve Ecnebiler söz sahibi olmuşlardı. Küçük ticaret, sanayi, bankacılık ve kıyı ticareti de, hemen-hemen tümüyle Rum ve Ermenilerin kontrolü altına girmişti. Museviler ise daha çok bankerlik ve sarraflıkla uğraşmaya başlamıştı.
Bunlardan başka en ücra köşelerdeki bakkal dükkanları bile Rumlar'ın veya Ermenilerin elindeydi. Bölgedeki Rumlar aynı zamanda, sokak satıcılığından nalbantlığa, değirmencilikten kahveciliğe kadar her türlü işle uğraşıyordu. Buna karşın İzmir ve Ege Bölgesindeki Türk ahali, zenginliği yaratan uluslar arası ticaretin ve iktisadi faaliyetlerin dışında kalmıştı.
Liman kentlerde yaşayan farklı etnik gruplar, birbirleriyle çelişkiler yaşayarak, rekabete girip, bir müddet sonra çatışmaya başlarlar ve bu çatışmalar XX. Yüzyılın başından itibaren, İzmir'in tarihsel sürecini belirleyen temel unsur olmuştur. İktisadi zenginliğin dışında kalmış olan Türk kitle, 1900'lü yılların başından itibaren iktisadi hayatta ön plana çıkmak için mücadele etmeye başlamıştır, ancak bu doğrultuda en önemli girişimlerini II. Meşrutiyet sonrası uygulamaya konan Milli İktisat çerçevesinde gerçekleştirebilmişlerdir. İttihat ve Terakki Fırkası, uygulamaya koyduğu Milli İktisat politikaları ile ulusal burjuvazi yaratmayı hedeflemişti. Milli İktisat'ın uygulanmaya konması ve ulusal burjuvazi yaratılmasında motor görevini İzmir üstlenmiştir. Zamanla oluşan bu ulusal burjuvazi, daha sonraki siyasal gelişmelerde ağırlığını hissettirecektir.
II. Meşrutiyet yıllarında İzmir ve Batı Anadolu'da Müslüman-Türk kitle sermayelerini birleştirerek, kooperatif dayanışması içinde, yerel bankacılık, inşaat şirketleri, tarım satış kooperatifleri gibi bir çok iktisadi kuruluşa hayat vermişlerdir. Bu kuruluşlar ulusal burjuvaziyi beslemeye başlıyor ve bu süreçte farklı gruplar arasındaki iktisadi rekabet, ister istemez milliyetçi içerikli çatışmalara dönüşüyor ve özellikle bölgede Türk ve Rum kitle hemen her konuda birbirleriyle çatışıyorlardı. Artık İzmir ve Ege'nin geleceğini artık bu ulusçu hareketler çiziyor ve farklı insan grupları, farklı çözüm arayışları içerisine giriyorlardı.
Savaşlar Sürecinde İzmir
1914'te I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Osmanlı Devleti, Milli İktisat konusundaki düşüncelerini uygulama fırsatı bulmuş ve tek taraflı olarak Kapitülasyonları kaldırarak, yabancıların ayrıcalıklarına son vermişti. Bu uygulama, İzmir'de olumlu sonuç vermeye başlamış, pek çok Türk, İzmir ticaretinde ön plana çıkarak, iktisadi faaliyetlerde rol üstlenir hale gelmişti. Ancak savaşın ilerleyen yıllarında ticarete konu olan mallar bulunamayıp, düşman donanmaları İzmir limanını tehdit etmeye başlayınca, İzmir ticareti durma noktasına geldi.Bu durum milli iktisat yolundaki gelişmeleri sarsmıştır.
I. Dünya Savaşı'nın yitirilmesi, iktisadi açıdan İzmirli Türk tacirler için zor günlerin habercisi olurken, siyasi açıdan da İzmir ve Ege için bir sonun başlangıcı oluyordu.15 Mayıs 1919'dan itibaren başta İzmir olmak üzere, tüm Ege bölgesi Yunan işgali altına giriyordu. Sevr antlaşması, başta İzmir olmak üzere, Ege Bölgesi'nin Yunanistan'a bağlanmasını öngörüyordu. Bunun için bir de plan yapılmış ve bölgenin Rum nüfusunu daha fazla gösterebilmek, bölgeyi kolayca Türklerin elinden alabilmek amacıyla işgal yıllarında, Ege adalarından ve Yunanistan'dan önemli ölçüde Rum nüfus getirtilmiştir. İşgal öncesi yaklaşık 200.000 civarında nüfusu olan İzmir, birden bire 500.000 - 600.000 nüfuslu bir kent haline gelmişti.
İzmir'in işgaliyle birlikte, tüm Ege'de bir direniş hareketi baş gösteriyor. İzmir'in işgal edilmesiyle başlayan "Türk Kurtuluş Savaşı", "Milli Mücadele", ya da "İstiklal Savaşı" olarak anılan süreç, gerçekte bir kırılma noktasıdır. İşgalden Kurtuluşa uzanan yaklaşık üç buçuk yıllık bu zaman dilimi, Türk Tarihi'ne bir çok ilki armağan etmiştir. Müdafaa-yı Hukuk kavramı, işgalden hemen önce İzmir'de toplanan ilk Ulusal Halk Kongresi'nde kullanılmıştı. Yine, Kuva-yı Milliye kavramı da, Batı Anadolu'da asıl anlamını bulmuştu. İzmir'in işgali ve bu işgalden kurtuluşun Türkiye'nin siyasi tarihi açısından çok önemli sonuçları olmuş, İzmir'in kurtuluşuyla birlikte; Monarşik, Teokratik ve çok uluslu bir İmparatorluktan, Ulusal, Laik ve Modern bir Cumhuriyet'e geçişin kapıları ardına kadar açılmıştır.
Kurtuluştan Sonra İzmir
9 Eylül 1922 İzmir'in olduğu kadar tüm Türkiye'nin kurtuluşu ve bağımsızlığın başlangıcıydı. 30 Ağustos 1922 sonrası Türk birliklerinin İzmir yönünde ilerlemesiyle, Yunan ordusu işgal ettiği Ege'deki yerleşimlerden çekilmeye başlamış, ancak çekildiği yerleri ateşe vermekten geri kalmamıştı. Türk ordusunun İzmir'e yaklaştığı haberlerinin gelmesi üzerine, kentte garip bir huzursuzluk yaşanmaya başlamış, İzmir'i terk etmeye hazır pek çok kişi ve aile, rıhtımda toplanmıştı. Evlerini terk eden bu insanların gidiş hazırlığı, kentteki hayatı da durdurmuş, ticaret hayatı yanında sosyal hayat da sönmüştü. 13 Eylül Çarşamba günü, Ermeni mahallesinde üç ayrı yerde alevlerin fışkırdığı görülmüştü. Öğle saatlerine doğru rüzgarın da etkisini arttırmasıyla alevler kentin oldukça önemli bir kısmını sarmıştı. İzmir itfaiye örgütü olanca gücüyle yangını söndürmek için uğraş vermesine rağmen, yangın denetim altına alınamamaktaydı. 15 Eylüle kadar aralıksız devam eden yangın, bu tarihte kontrol altına alınabilmişse de, yangın tamamen 18 Eylül günü söndürülebilmiştir.
Yangında İzmir'in önemli bir bölümü yok olmuş, 20-25 bin civarında yapı yanmıştı. Alansal olarak, İzmir'in 2 milyon 600 bin metrekarelik yerleşim parçası yok olmuştu, bu ise, Türk mahalleleri dışında kalan kent parçasının dörtte üçüydü. İzmir'i İzmir yapan önemli öğelerden birisi olan I. ve II. Kordon da büyük tahribata uğramış, eski İzmir'den sadece şehrin kenarları ve ortada tamamı yanmış koca bir delik açılmıştı.
Bu felaketten başka, Kurtuluş Savaşı sonrasında İzmir'de büyük bir nüfus boşalması olmuştur. Bu göçle birlikte, İzmir'in bütün ticaret ve sanayisi durmuş, kentin zenginliğini sağlayan sermaye de kenti terk etmiştir. Savaş sonrası İzmir'ine baktığımız zaman, boş, terk edilmiş ve yanmış bir kenti görürüz.
Kurtuluşun keyfini süremeden felaketlerle karşı karşıya kalan İzmir, bu dönemde bir de uluslararası politika masasına yatırılmış, Lozan'da barış koşulları görüşülüyordu ve Lozan Antlaşması aslında İzmir ve Ege'nin kaderini belirliyordu. Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı 1923 yılı başında, Türkiye tarihi açısından İzmir'de çok önemli bir kongre toplanır, bu İzmir İktisat Kongresi'dir.
İzmir İktisat Kongresi ve Sonrasında İzmir
Savaş sonrası Türkiye'nin iktisadî bakış açısını belirleyen en önemli olay, hiç kuşkusuz İzmir İktisat Kongresi'dir. Kongrenin İzmir'de toplanması bir tesadüf değildi; işgalin tüm ağırlığını hissetmiş, savaşın yıkımını yaşamış, iktisadî bakımdan çökmüş olan İzmir, Kurtuluş Savaşı'nın bir sembolüydü. Şimdi bu sembol, iktisadî kurtuluşun, kozmopolit ekonomik yapıdan, ulusal ekonomik yapıya geçişin de sembolü olacaktı. Kongre, 17 Şubat 1923'te Mustafa Kemal Paşa'nın konuşmasıyla açıldı.
İzmir İktisat Kongresi, Cumhuriyet'e damgasını vuran ekonomik bir proje olup, iktisat sahasında milli iktisadın manifestosu niteliğindedir. Özellikle dış ticarette gayrimüslimler aradan çekilsin, dış dünya ile doğrudan biz ticaret yapalım diyen milli iktisat düşüncesinin vurgulanmasından başka bir şey değildir.
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barışı, bağımsız Türkiye'yi dünyaya tanıtırken, Yunanistan ile Türkiye arasında nüfus değişimini (mübadele) de karar altına almıştı. Cumhuriyetin ilk döneminde İzmir'in en büyük sorunu, mübadelenin, nüfus değişiminin neden olduğu ekonomik düzensizlikler ya da ekonomik sarsıntı idi. Gerçekten İzmir ve çevresi önemli ölçüde dış göç veriyor, bir başka deyişle, Rum ve yabancı ahali bölgeyi terk ediyordu. Bunun karşılığında Müslüman ahali geliyordu. Fakat gidenler büyük ölçüde kentli bir kesimdi ve tarım dışı sektörlerde ağırlığı vardı. Halıcılık, ticaret ve benzeri sektörlerde çalışıyorlardı. Bu yüzden İzmir, önemli bir emek açığıyla karşı karşıya kalmıştır.
İzmir Ticaret ve Sanayi Odası'nın Cumhuriyetin ilk yıllarındaki faaliyetlerine baktığımızda, temel sorunun, bu emek açığını gidermek olduğu görülür. İzmir Ticaret Odası, 1914 ve öncesindeki dönemi yakalayabilmek, eski etkinliği ve verimliliğini kazanabilmek için büyük bir çaba sarf etmiştir. Çünkü, salt üretim dışında, mesela ticarette de İzmir'in eski ticaret limanı kimliği önemli ölçüde yıpranmıştır. Bu dönemde, rakip liman kentleri oluşmuştu. İzmir tüccarı, Trieste ve Pire'ye göç etmiş; özellikle levantenler ve yabancı ticaret erbabı bu yörelere gitmişti. Akdeniz'in en işlek limanı ve ticaret kenti olan İzmir, gün geçtikçe önemini kaybetmişti.
Cumhuriyet Döneminde İktisadi Açıdan Yeniden Yapılanma
Savaşlar sonrasında tükenen İzmir, Cumhuriyetle birlikte yeniden canlandırılmak için çalışmalara başlanmıştır. Öncelikle ticareti tekrar canlandırabilmek için yabancı sermaye İzmir'e çağırılmalıydı ve kentin buna ihtiyacı vardı. Bunun için yabancı devletler, şirketler İzmir'e çağrılmakta ve İzmir'in zenginliğini sağlayan yerel ürünler tanıtılmak istenmektedir. Yöre ürünlerinin sergilenip, tanıtılması yönündeki ilk çaba, İzmir İktisat Kongresi sırasında gerçekleştirilmiş ve İzmir Fuarı'nın ilk adımı sayılan "Numune Meşheri" açılmıştır, daha sonra 1927 yılında dönemin valisi Kazım (Dirik) Paşanın öncülüğünde "9 Eylül Meşheri" adıyla Fuarın kuruluşu gerçekleştirilmiştir. İzmir Fuarı için yer aranırken, İzmir'in imarı da göz önünde bulundurulmuş ve yangın yeri 1936'da "Kültürpark" olarak imar edilmiş ve İzmir Fuarı, bu kent parkında düzenlenmeye başlanmıştır.
İzmir'in ticari yapısı ve tarımsal üretimi canlandırılmaya çalışılırken, bölgenin sanayileşmesi için de adımlar atılmaya başlanmıştı. Cumhuriyetin temel hedeflerinden birisi; iktisadi bağımsızlığı sağlayabilmek için sanayileşmek idi, bu doğrultuda İzmirli müteşebbisler, 1927 yılında kurdukları "İzmir Sanayi Birliği" ve bu tarihte çıkarılan Teşvik-i Sanayi kanunu ile ciddi adımlar atmışlardır. İzmirli müteşebbisler on yıllık bir süre içerisinde İzmir şehrindeki sanayi tesisleri sayısını ikiye katlamışlar, 1923'de 60 olan fabrika sayısı, 1933'de 129'a ulaşmıştır. 1930'lu yıllardaki sanayileşme ise, bölgenin tarımsal ürünlerinin işlenerek iç pazara sunulmasını sağlayan bir sanayileşme idi.
Cumhuriyet sonrası ticari ve iktisadî hayatta etkin olma, ulusal burjuvazi yaratma çabasında olan kitle, azimle çalışmakta, ilk örnekleri görülmeye başlayan Halkçılık, doğal olarak dayanışma ve yardımlaşma, dönemin en güçlü ideolojisi haline gelmekteydi. Bunun iktisadî hayata yansıması, 1924 yılında kurulan "İzmir Ticaret Birliği" adlı örgüt idi. Bu örgüt, İzmir ticaret aleminin birbirleriyle yardımlaşarak, iktisadi etkinliklerin millileştirilmesini, yeni girişimcilerin ve tüccarların ortaya çıkıp, gelişmesi için çaba harcamaktaydı. Bu ise, temelleri II. Meşrutiyet yıllarında atılan, ancak savaşlar nedeniyle tam olarak uygulanamayan Milli İktisat projesinin Cumhuriyet döneminde uygulanmaya başlamasından başka bir şey değildi.
İktisadi hayata ve piyasalara egemen olmak isteyen İzmirliler'in bankacılık, finans ve işletme kredisi konusunda ciddi sıkıntıları vardı. Çünkü Cumhuriyet'in ilk yıllarında bile İzmir'de faaliyet gösteren milli sermayeli banka sayısı çok azdı ve yabancı sermayeli bankalar da Türk girişimcilere kredi açma konusunda yeterli desteği sağlamıyorlardı. Bunun üzerine İzmir ahalisi dönemim valisi Kazım (Dirik) Paşanın öncülüğünde milli sermayeli bir banka kurmaya girişmişlerdir. İzmir Esnaf ve Ahali Bankası adıyla 1928 yılında faaliyete başlayan banka, tam bir halk birlikteliği olup, örgütlenme modeli açısından Türk iktisat tarihinde benzeri olmayan bir oluşum idi. Buraya kadar yaşanan gelişmeler, Cumhuriyet'in ilk evresini kapsamaktadır ve bu ilk evrede İzmir, ticaret kenti olarak eski konumunu elde etmeye, başka bir deyişle Osmanlı dönemindeki liman kent birikimini tekrar kurgulamaya çalışmıştır.
İzmir ve Ege'nin ticaretten sanayiye dönüşümü, 1945'de II. Dünya Savaşından sonradır. 1950 sonrasında Marshall yardımlarıyla tarımda mekanizasyona gidilmesiyle Ege'nin kaderi yeniden çizilmiş, hızlı bir değişim göstererek, özellikle İzmir, tarımsal ticaret ağırlıklı bir kent olmaktan sıyrılıp, sanayi ağırlıklı bir kent olmaya yönelmiştir. 1960'lı yıllarda planlı ekonomik kalkınma döneminde İzmir, hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. 1970'li yılların ilk yarısı İzmir'de sanayiinin hızlanarak, çeşitlendiği bir dönem olmuş, tarım girdili sanayi yapısından sıyrılarak, tarım dışı yani, kimya, demir - çelik, otomotiv, kağıt gibi endüstriye dönüşmüştür. İzmir 1950'li yıllardan itibaren, sanayileşme açısından önemli sıçramalar yapmışsa da, 1980'li yıllardan itibaren devlet tarafından gerçekleştirilen altyapı yatırımlarından yeterince yararlanamayınca, iktisadi olarak gerilemeye başlamıştır. Ancak iktisadi olarak bu gelişme evrelerinde İzmir köyden kente göç alarak, nüfus ve kentsel yerleşim açısından büyük değişimler yaşamıştır.
Kentin Yeniden Yapılanması
Cumhuriyet rejimi, 1922'de yanmış, yıkılmış bir kentin üzerine yeni bir İzmir inşa etmek zorundaydı. Burada yaşayan insanların doğru dürüst barınabilecekleri evleri yoktu. Fakat bu dönemde, imar faaliyetlerine girişebilmek için para ve uzman yoktu. Hepsinden önemlisi, yapım ustası dahi bulabilmek çok zor bir işti, bu koşullar altında İzmir şehrinin yenilenmesi çok zordu.
İzmir'in imarı için 1925 yılında yurt dışından uzmanlar getirilmiştir. Bu uzmanlar, yeşil alanları, düzenli sokakları, bahçe içinde iki katlı evleri, geniş ve ortası ağaçlıklı bulvarları hedefleyen, Avrupa kentleri tarzında bir imar planını hazırlamışlardı. İdeal olarak hazırlanmış bu plan, iki katlı bahçeli konutlar dışında, 1929 dünya ekonomik bunalımı nedeniyle uygulanamamıştır. İki katlı bahçeli konutlar ise, 1960 ve 1970'li yıllarda İzmir'in sanayileşme ve zenginleşmesine paralel, yoğun yaşanan göçle birlikte, hızlı yapılaşmaya kurban edildi ve dışarıya doğru genişleyemeyen kent, yukarıya doğru yükselerek 8 - 10 katlı binalara dönüştü.
İzmir'in imar çalışmaları içinde en önemli kazanımlarından birisi, hiç kuşkusuz Cumhuriyet Meydanı ve bu meydanda yer alan Atatürk anıtıdır. 1925 yılında yapımı tasarlanan meydan ve anıt, ancak 1929 yılında projelendirilmiş ve İtalyan heykeltıraş Canunica'ya ısmarlanmışsa da, ekonomik bunalım nedeniyle ancak 1932'de dönemin Belediye Reisi Behçet Uz'un çabaları ile tamamlanabilmiştir.
Yangın yerlerinin imarı çalışmaları sırasında yapılacak kamusal binaların mimarisine özen gösterilip, erken Cumhuriyet dönemi mimarisi oluşturulmaya çalışılmıştır. Günümüzde Fevzi Paşa ve Gazi Bulvarları civarında görebildiğimiz, Vakıflar Bankası, Osmanlı Bankası, Kardıçalı Han, Kavaflar Çarşısı, Borsa Binası, İtfaiye Binası ile İzmir Milli Kütüphane ve Operası bu mimari akımın ayakta kalmış ender örnekleri ve prestij yapılarıdır.
Basın, Kültür ve Eğitim Hayatında Canlanma
9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu sonrasında İzmir basını ve kültür hayatı yeni bir gelişme sürecine giriyordu. Daha önce belirtmiş olduğumuz ve İzmir'de bu tarihe kadar varlığını sürdüren yabancı dildeki gazetelerin etkinliği sona erdi diyebiliriz. Ülkede milli bir devlet oluşturulma çabalarına paralel olarak, Osmanlı döneminden beri devam eden İzmir basını yeniden, özellikle ulusal çıkarlar doğrultusunda örgütlenmeye başlamışlardı. Bunların yanında yeni gazetelerin de yayın hayatına girdiğine tanık olmaktayız. 1923 yılında temel ilkesini milliyetperverlik olarak belirleyen ve kurucuları arasında İzmir'in kültür hayatında önemli rol oynayan Hasan Ali Yücel, Çiftçi Necati, Esat Çınar gibi isimlerin olduğu Türk Sesi gazetesi yayın hayatına girmiştir. Bunun yanında Haydar Rüştü'nün Anadolu gazetesi yeniden yayın hayatına girerken, Yanık Yurt ismiyle yeni bir gazete daha yayınlanmaya başlamıştır. 1924 yılında İzmir basınında önemli bir gelişme daha yaşanır ve Yeni Asır gazetesi Selanik'ten İzmir'e taşınır. Ayrıca Hizmet, Halkın Sesi ve Memleket gazetesi İzmir'de Cumhuriyet'in ilk yıllarında yayınlanan gazeteler olarak gözükmektedir.
Cumhuriyet döneminde basının yanı sıra, kitap basımında da önemli gelişmelerin yaşandığına tanık olmaktayız. Özellikle 1928'de harf devriminden 1950 yılına kadar, 1795 adet kitap basılmıştır. Eski harflerle, İzmir'de, aşağı yukarı 500 kitap basıldığı göz önüne alınırsa, 20 yıl gibi kısa bir dönemde 1795 kitabın basılması İzmir'in kültürel hayatında son derece önemli bir gelişmeyi işaret etmektedir. İzmir'in kültür hayatında, 1927 yılında yayınlanmaya başlayan ve yazarları arasında dönemin ünlü kültür, sanat ve siyaset adamlarının yer aldığı, Fikirler dergisi çok önemli bir rol üstlenmiştir. Görüldüğü üzere Cumhuriyet döneminde İzmir, ulusal basın ve yayın çalışmaları açısından son derece önemli bir düzeye gelmiştir.
Kozmopolit Osmanlı döneminde tiyatro ve sinema gibi kültürel faaliyetlerde levantenler, yabancılar ve gayrimüslim Osmanlı tebaası ön planda yer almaktaydı. Cumhuriyet sonrasında başta İzmir Halkevi ve Milli Kütüphane Tiyatrosu olmak üzere, Nazım Şinasi Bey'in İzmir Sinema ve Tiyatrosu ve bundan başka, turneye çıkan tiyatrolar aracılığıyla, bu önemli kültür alanında da canlanma sağlanmıştı. Sinemacılık alanında da önemli adımlar atılmaya başlanmış, Palas, Asri, Kulüp, Lale, Sakarya, Milli ve Milli Kütüphane Sinemaları ismini taşıyan bir çok sinema, İzmirlilere kültürel hizmet sunmaktaydı.
İzmir'de Cumhuriyet döneminde eğitim alanında çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Mevcut eski okulların yanında, özellikle Kurtuluş Savaşı'nın anısını canlandırmak için Hakimiyet-i Milliye, Misak-ı Milli, İstiklal, Cumhuriyet gibi adları taşıyan ilkokullar açılmıştır. Ortaokulların sayısı arttırılmış, Atatürk Lisesi adıyla yeni bir lise kurulmuştur. Ayrıca İzmir'de Üniversitenin temeli kabul edeceğimiz Yüksek Ticaret okulu da bu dönemde eğitime açılmıştır.
XXI. yüzyılın başında bulunduğumuz bu dönemde İzmir, üç üniversitesi, yüzlerce lise ve ilköğretim okulu ve yüz binlerce öğrencisi ve bir çok kültür ve sanat kuruluşuyla bir büyük şehir olup, geleceğe umutla bakabilmektedir.
BÖLÜM VI
İZMİR'İN TARİHSEL MEKAN VE
BİNALARINDAN ÖRNEKLER
TEPEKULE HÖYÜĞÜ (BAYRAKLI):
Kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepekule olarak bilinen ören yerinin, eski İzmir'in kuruluş yeri olduğuna pek şüphe bulunmamaktadır. Burasının kuruluş yeri olarak seçilmesi, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamasındandır. Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi. Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu.
Bayraklı'da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir'in kuruluşunun İÖ. 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir. İzmir'in bu ilk döneminden geriye kalan en önemli miras, şehrin kendisidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, kentin ızgara planlı, yani bir-birini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır. Kente ilişkin önemli bulgular arasında iki tapınak, şehrin surları, sivil mimari örnekleri, cadde, sokak ve çeşmeler sayılabilir.
KADİFEKALE
İzmir'in yeniden kurulması, Türkçe'de Büyük İskender diye bilinen Makedonyalı Alexandros'a bağlanır. Büyük İskender İran seferinin başlarında, İÖ. 334 yılında Pers İmparatorluğu'nun Anadolu'daki ordusunu yendikten sonra, ordularıyla Efes üzerine ilerlemişti. Bu harekat sırasında İzmir yöresine geldiği ve söylenceye göre, şimdiki Kadifekale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmişti. Kentin kuruluşunun İskender'in önde gelen iki komutanı tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. Bilindiği üzere Kadifekale, bu dönemin bir hatırası olarak kentin üzerinde bir taç gibi durmaktadır.
AGORA
İzmir, Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanmış ve ticaret kenti olma özelliğini geliştirmiştir. Roma İmparatorluğu döneminde kentin pek çok eser kazandığı bilinmektedir. Cadde ve sokaklar taş döşeme ile kaplanmış, kentin görüntüsüne Roma mimarisi hakim olmuştur. Ancak ne yazık ki bu eserlerden büyük çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır. Fakat Roma dönemi eserlerinden bazılarının kalıntıları, İzmir'in geçmişten getirdiği izler olarak kentte yaşamaktadır. Bu kalıntıların başında hiç şüphesiz Agora gelmektedir.
Her türlü tahribata uğramasına ve bakımsızlığına rağmen büyük bölümü günümüze ulaşabilmiş olan devlet agorası Roma dönemi yapıları içinde en dikkat çekici olanıdır. İS. 178 deki deprem sonrasında tamir edilmiş şeklini yansıtan agoranın bir bölümü de, kazı çalışması yapılmadığı için toprak altındadır.
KONAK MEYDANI
XVIII. yüzyılda başlayan, Osmanlı Devleti'nin modernleşme sürecinin kentlere yansıması, XIX. yüzyıl başlarına denk gelmiş ve bu dönüşüm, İzmir'in fiziksel yapısında yeni bir kentsel dokunun ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Bu nedenle imparatorluğun diğer kentlerinde olduğu gibi İzmir'de de, XIX. yüzyıl öncesinde kamusal bir merkez bulmamız mümkün değildir. Dolayısıyla İzmir'de böyle bir merkezin oluşumu, devletin modern bir monarşi olma yoluna girmesine bağlı olarak ortaya çıkabilmiştir.
Katip-oğlu Konağı
XIX. yüzyıldan itibaren oluştuğunu belirttiğimiz konak çevresindeki kamusal mekanın başlangıcı İzmir'in ünlü ayan ailesi Katipoğulları'na uzanmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren varlığını bildiğimiz aile, belirtilen yüzyıl içinde giderek güçlenmiş ve İzmir'in yönetiminde en etkili odaklardan birisi olmuştur. İşte Konak meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir'in ilk Konak meydanıdır.
Konağın arka tarafında küçük bir türk mezarlığı olan sulu mezarlık, Meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı.
II. Mahmut'un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgahı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul'a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864'de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur. Yeni hükümet konağının yapılırken binanın gösterişli olarak yapılması ve bir prestij kurumu olarak tasarlanması düşünülmüştür. İnşaat 1869-70 de başlayabilmiş ve 1872 de tamamlanabilmiştir.
Sarı Kışla
Yeniçeri ocağının 1826'da kaldırılması sonrasında yeni kurulan ordunun nefer ve subaylarını İzmir'de barındıracak, talimlerini yapabilecek ve ticaret açısından istikrarlı ortam oluşturmak amacıyla bir kışlanın inşa edilmesi acil bir durum olarak ortaya çıktı.
Bugün Konak Meydanı olarak bildiğimiz alanın 1826 yılından önceki durumunu görme şansımız olsaydı, yukarıda belirttiğimiz gibi sarı kışlanın yerleştirildiği sahada 10 sabun atölyesi, büyük bir tuz-hane, 4 kahvehane, 3 manav dükkanı, 3 meyhane, çeşitli vakıf dükkanları, 44 odalı bir Yahudi-hane ve bazı evlerden oluşan bir doku ile karşılaşacaktık. 1826 yılında İzmir muhafızı Hasan Paşa ve İzmir kadısına yazılan emirde, kışlanın yapılması için gerekli hazırlıkların tamamlanması, özellikle deniz kenarında bir yer seçilmesi isteniyordu. Deniz kıyısında kışla yapılabilecek büyüklükte bir arsa bulunmadığından, saymış olduğumuz ticarethane ve evlerin satın alınarak yıkılması, denizin doldurulması ve açılacak bölgede kışla binasının yapılması kararlaştırılmış ve bu çalışmalar sonrasında 1829 yılında ünlü Sarı Kışla tamamlanarak, faaliyete girmiştir. Katip-oğlu konağının idari bir bina olarak kullanılmaya başlanması ve Sarı Kışlanın 1829 da bitirilmesiyle kamusal bir mekanın oluşumunun ilk evresi tamamlanmıştı.
Rıhtımın Oluşturulması
İzmir'in idari merkezi olarak Konak Meydanının oluşmasının ikinci evresi, 1850'li yıllarda başlamıştır. Bu bağlamda yapılan yatırımların başında yeni rıhtımın inşası (1867-1876) gelmektedir. Rıhtım projesi, İzmir'in eski limanı yani iç limanın doldurulması sonucunu da doğurduğundan, kentin denizden görünümü iyiden iyiye değişiyordu. Bu değişim iç liman girişindeki Liman kalenin yıkılmasıyla iyice belirginleşti.
Hastane
Türkler dışındaki bütün toplulukların İzmir'de hastanesi olduğu halde, Türklerin ilk hastanesi 1849'da Gureba-yı Müslimin adıyla inşa edilir. 1909'dan sonra yaygınlaşan memleket hastaneleri kapsamında, eski hastane 3. bloku yapılarak genişletilir.
İdadi/Adliye
1886 Temmuzunda İzmir İdadisi olarak eğitim faaliyetlerine başlar. İşgal döneminde işgal komiserliği tarafından mahkeme olarak kullanılır ve bu işlevini 1922 den sora 1970'de yanıncaya kadar sürdürür.
Hapishane
1838 Brüksel anlaşması, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, İzmir'de de bir hapishanenin açılmasını gerekli kılmıştır, bunun üzerine, Cezayir hanı hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hükümet Konağının yapılması sırasında vilayet hapishanesinin de inşası gündeme gelmişse de, ancak 1912 yılında günümüzde Konak'ta çok katlı otopark
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.