05 Aralık 2024
  • İzmir8°C

DİPLOMASİDE ALMADAN VERİLMEZ

Ata ATUN

19 Ekim 2018 Cuma 08:57

DİPLOMASİDE ALMADAN VERİLMEZ

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN / Yeni Vizyon Gazetesi

Uluslararası politikanın neredeyse binyıllık kuralıdır bu “Al-Ver” uygulaması.

Önemli bir konu hakkında uyuşmazlık içinde olan iki devlet söz konusu sorunlu konuyu çözmek için müzakereye başlamışsa, illaki sonuca ulaşmak için karşılıklı “Al-ver” süreci içine girmesi lazımdır. Al-ver olmazsa adilane ve sağlıklı bir sonuç alınamaz. Ki, dünya siyaset tarihi bu uygulamanın yüzlerce örneği ile doludur.
 
Gelelim esas konumuza; Neredeyse 1890’lı yıllardan beridir Türkiye sınırları içinde, özellikle de Anadolu’da Rahip Andrew Craig Brunson gibi misyonerlik ve buna casusluk da dahil olmak üzere, her tür sosyal faaliyette bulunan yüzlerce ABD’li din adamı ve din adamı kisvesi altında ajanların görev yaptığını bilmeyen yoktur.  Milli İstihbarat Teşkilatında da bunlarla ilgili olarak, her birinin ayrı ayrı dosyasının bulunduğundan ve bu dosyalarda, ne yaptıkları, nereye gittikleri, kimlerle görüştükleri gibi bilgilerin yer aldığından eminim.

Zaten Brunson davasında da, yıllar öncesinden başlayarak, gün gün, saat saat Rahip Brunson’un nerede, ne gibi faaliyetlerde bulunduğu mahkemeye sunuldu. Belli ki kişisel bazda ve dijital olarak çok iyi takip edilmiş ve kontrol altında tutulmuş, her tür faaliyeti kayıt altına alınmış.  

Türkiye bana göre, 20 yılı aşkın süredir Türkiye'de yaşayan Rahip Brunson’un kim olduğunu bilerek, yaptığı faaliyetlerin bilincinde olarak ülkesel menfaatleri doğrultusunda, zamanı gelince, bugüne değin ABD’ye yaptıramadıklarını yaptırmak amaçlı kullandı.   

Rahip Brunson ilk kez, iki yıl evvel, 2016 yılında İzmir Göç İdaresi'nin yayınladığı yazıyla Türkiye’nin gündeminde yerini aldı. Brunson’un ve eşinin, misyonerlik yaptığı, yurt dışından kendilerine kaynak aktarıldığı ve milli güvenliği tehdit eden girişimlerde bulundukları iddia edildi. İlk başta sınır dışı edilmeleri istendi. Sonra haklarında dava açıldı ve 9 Aralık 2016 tarihinde de tutuklanarak hapse kondu. Mahkemeden ev hapsi kararı çıkana değin de hapiste yattı.
 
Mahkeme süreci içinde soruşturma verileri ciddi boyutlara ulaşınca ABD devreye girdi ve Rahibin iadesini talep etmeye başladı. Türkiye’nin ABD ile pazarlık yapmak için belirlediği kritik aşama ve hedef de buydu.

Konuyu biraz daha açacak olursak, Türkiye’nin Rusya ile bölgesel çıkarlar doğrultusundaki ilişkileri, S400 alım kararı, TANAP hattı, Türk akımı hattı, İran ile başlatılan siyasi işbirliği, ABD’nin İran’a uygulamaya koyduğu yaptırımlar, Rusya-İran ve Türkiye arasında yerel para ile ticaret yapılması kararı,  ve en önemlisi de Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ile petrol rezervleri üzerindeki Türkiye’nin uluslararası deniz hukukuna uygun olarak hak iddia etmesi ve bu hakkı doğrultusunda savaşı bile göze alması, ABD’yi çaresiz bıraktı.  1945’den sonra ilk defa, Rusya ve Çin’in dışında bir ülkenin ABD’ye kafa tutmaya başlaması ve taleplerini yerine getirmek istememesi, ABD’yi Türkiye’ye karşı bir takım ekonomik ve askeri yaptırımlar almak yoluna soktu.

İlk etapta, Türkiye’nin başına 1982 yılında bela ettiği PKK ve onun vekil uzantısı YPG’yi, İsrail ile birlikte güçlendirerek Türkiye’nin Suriye’deki varlığını zora sokmak girişimlerini başlattı. Türkiye’nin, Pensilvanya’da ikamet eden Fethullah Gülen’in iadesi talebine olumlu yanıt vermedi. İkinci etapta Türkiye’nin de yapımında ortak olduğu F-35 savaş uçaklarının satışını askıya alabileceğini ima ederek bazı adımlar attı. Ve son olarak da Türk Lirası üzerinde spekülasyon yaptırımını başlattı.

Gerçekte bunların tümü Rahip Brunson’un tutuklanması ve iadesi ile ilgili konular değil. Brunson, ABD’nin ve Türkiye’nin aralarındaki birike birike dağ haline gelmiş olan sorunların çözümü için sadece bir bahane. Başkan Trump, Türkiye ile ABD arasında yaşanan sorunları tamamen ABD kamuoyunun bilgisi dışında tutarak, sadık birer Hıristiyan olan ABD’lilerin dikkatini Brunson’a çevirdi ve geri getirme sözünü verdi. Başkan Trump’ın burada üç hedefi var: ABD halkının kahramanı olmak, ABD’nin “en büyük devlet olduğu” imajını tekrardan hayata geçirmek ve en önemlisi de 6 Kasım’da yapılacak Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu ele geçirmesi. Cumhuriyetçiler Senato’ya ilaveten Kongrede de üstünlüklerini devam ettirmek isterken, Demokratlar ise en az birinde üstünlüğü ele geçirerek 2020 başkanlık seçimleri için avantaj sağlamayı hedefliyorlar.       

Görülen, Rahip Brunson takasından sonra, kısa bir süreç içinde Türkiye’nin kendisini toparlayarak ekonomik sıkıntılarından kurtulacağı, Suriye’de istediği bölgeleri kontrol altına alacağı, İran İslam Devrim Muhafızlarının (İİDM) İran Kürt bölgesinde Muharrem Harekatını başlatması sonucunda bölgede kurulması planlanmış olan sözde Kürt Devletinin kurulması ümitlerinin yok olacağı,  Pensilvanya’da ikamet eden Fethullah Gülen konusunun kapanacağı,  Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de II. Deniz Hukukuna göre halen devam etmekte olan haklarının pekişip kabul edilir hale geleceği ve en önemlisi de Kıbrıs konusunun Türkiye’yi tatmin edecek bir sürece gireceğinin belirginlik kazanıyor olması.      

Zaman bize, Rahip Brunson’un başrolünü oynadığını sandığımız “Al-Ver”in ne olduğunu gösterecek...