Şenol Gök 27 09 2005
Köşe yazısı yazmayı seviyorum. Üslubum bazılarının çok hoşuna gitse de, genelde ukala ve kendini beğenmiş kabul ediliyor. Zaten herkes beğense ben kendimden uyuz olurum. Fakat köşe yazıları iç dünyanın, ruh halinin olaylar karşısında dışa vurum gibi bir şey bence. İnsanlar olaylara değişik gözlerle bakabiliyor. Bir olay hakkında farklı fikirler çarpışabilir. İnsanların olaylara bakış açısını, çevre, aldığı eğitim ve yaşam tecrübesi olaylara bakışı etkileyebiliyor.
“Uyarıcı” mahiyette mizah ağzı ile kaleme aldığım iki köşe yazımda aslında ders çıkarılacak çok laf olduğuna inanıyorum. Her bir satırını düşünmeden yazdığıma inanıyorsanız mesele yok.
Son köşe yazım sonrası iki dostum farklı yorumda bulundu. Birincisi “herkes payına düşeni almış yazından” diğeri “yürekleri ağza getirmişin”. Satırları birleştirirsek “herkes payına düşeni aldığı için yürekleri ağza getirmişin”.
- Üzüldüm...
Amacım, yürekleri ağza değil, akılları başa getirmekti.
- Başaramadım...
Anlaşılamamak en büyük acıdır bilirmisiniz? Tabii ki insanın etrafında sürekli olarak “aman ha bu puşta güvenme, sağına soluna belli olmaz, arkadan vurur adamı” diyen it uğursuz, kuyruk takımı O.çocukları olunca iletişimde yansımalar sabit fikirlere dönüşebiliyor.
Oldum olası menfaat çetesi, her devrin adamı, yarı akıllı, ne oldum budalası, zavallıları sevmemişimdir.
Neyse konumuza gelelim. Köşe yazılarımdan dolayı bir rahatsızlık vermiş isem, bu yaştan sonra oturup özür dileyecek halimiz yok. Beğenmiyorsanız, “beleş bulduğunuz gazetenin dişine pardon köşe yazısına bakılmaz! Okumayın olsun bitsin...
Ben hiçbir olay karşısında “susma hakkımı” kullanmadım. Kullanmadığım bu meziyet içinde yıllardır başıma gelmedik kalmadı. İşim bozuldu, battım çıktım. Köşe yazısı yazmaya başladığım ilk günlerden bu güne kadar 30 dan fazla mahkemeye verildim. Savcılığa suç duyurusunda bulunuldum. Yıllar süren mahkemelerde aldığım “beraat kararları” benim gururum oldu. Doğru bildiğimi yazdım. Benden başka yazan, çizen olmadığı için sayıları 180’i geçen köşe yazılarımda kendi doğrularımı dile getirdim. Dilimde tüy bitti ama anlatamadım kabiliyet meselesi... Bu kadarmış ne yapayım.
Bu yaşıma geldim pek çok “iktidar” gördüm iktidar deyince aklınıza yerel yönetim gelse de burada anlattığım iktidar ile sadece onu kösteklemek istemiyorum her yerde, 30 koyunu bağlayıp kendini iktidar oldum sanan zavallılar yok mu? Seçimle gelinen iktidarla olduğu gibi, parayla, şanla, şöhretle, entrikalarla, yalan dolanlarla “kendini iktidar” yapanlar yok mu etrafınızda.
Hiç başınıza gelmedi mi böyle iktidarlar? Hiç mi görmediniz bu yaşınıza kadar “hasbel kader” iktidarları? Bu kente hiç uğramadı mı yoksa. Ya da tesadüfen oturduğu koltuğa at gözlüğü takıp karşısındaki duvarı görmeden son sürat hızla gaza basan iktidar da mı denk gelmedi.
Numune maiyetinde, hatırlamışsınızdır mutlaka.
İktidarlar, nedense kompleksli ve zaaflıdırlar. Hiçbir iktidar eleştirilmek istemez. Kendisini en iyi, en dürüst, en namuslu görünmesini isterler. Nedendir bilmem ama hep vazgeçilmez olmak isterler. En ufak bir eleştiriye tahammülü olan iktidarı hayatım boyunca hiç görmedim. Ama bir şeyi çok iyi öğrendim; her iktidar zübük olmak zorundadır, yoksa yaşama şansı, kurulan bozuk “kurt kapanı” sistemde mümkün değildir. Ha bir de her iktidarın zavallıları vardır. Kimisi bir kap yemek yiyince mutlu olur, bazısı iktidar masasının etrafına oturunca. Hatta iktidar sahibinin cep telefon numarasını bilmek, evinin ampulünü değiştirmek, sigarasını yakmak bile bu zavallılara iktidar oldum hissi verebilir. Bir iktidarın çantasını taşıyanın yüzündeki mutluluğu arşiv fotoğraflarında hatırlarsınız geçmişte!
Uzatmayalım bu iktidarların bir kötü tarafı vardır aynı abdest gibidir bir gazla yıkılırlar. Peki böyle haşmetli iktidarı kim yıkar Allah aşkına? Kim mi yıkar? Halk, üye, delege, seçim, süre, basın, medya, yasa, muhalefet diyeceksiniz gibime gelir.
Ama maalesef hiçbirisi değil. Hiçbir iktidar dışarıdan gelen saldırılar ile yıkılmaz. Çünkü iktidarlar orta çağ kalesi gibidir. On bin kişi ile kuşatılır ama alınmaz. Fakat on kişi ile korunabilir, süre uzatılabilir, acı son ertelenebilir. Mesele her iktidarın, menfaat çetesi, yalaka, şakşakçılardan etrafında o kadar kalabalıkta bu kadar az korumacı sayıyı bulamamasından yıkılırlar.
Haa birde demokrasilerde Allah kahretsin ki kuraldır.
Her iktidar gelip geçicidir.
Atalarımız dünya kültürünü yazarken, “kazık çakan” türünü yapmamışlar.Ne yapalım Atalarımıza sövecek halimiz yok.
Bunları ben söylemiyorum tabi, antik şehir devletleri tarihine meraklıları çok iyi bilir. Kralın, her sabah sağ yanında duran kölesinin görevi buymuş. Her sabah tahtına oturan kralın kulağına o altın cümleyi fısıldamak. “HERŞEY GELİP GEÇİCİDİR...” bilmem anlatabildim mi?
SON SÖZ: “Aynen”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.