Ankara Ticaret Odası (ATO), nın “Cari Açıklar Tarihi” adını taşıyan raporu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 2002 yılına kadar geçen 80 yılda verdiği cari açıklar toplamına yakın bir rakamın, son üç yılda yakalandığını ortaya koydu.
Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı verilerinden yola çıkarak hazırlanan Rapora göre, 80 yılda toplam 57 milyar dolar cari açık veren Türkiye’nin, 2003-2005 yılları arasındaki son 3 yıldaki cari açıkları 47 milyar doları buldu. Raporda, Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkan cari açıkların, ekonomik krizlerin yanısıra askeri müdahale ve hükümet düşmesi gibi siyasi sonuçlar yarattığına vurgu yapıldı.
Rapora göre, cari işlemler açığı, 1950’li yıllardan bu yana Türkiye ekonomisinin yumuşak karnını oluşturuyor. İthalatın ihracata göre hızlı artmasından kaynaklanan dış ticaret açığındaki büyüme, cari açıktaki büyümenin çekirdeğİ niteliğinde.
YILLIK HEDEF AŞILDI
Geçen yıl 15.6 milyar dolar olarak gerçekleşen cari açık 2005 Ocak-Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 54 oranında artarak 16.4 milyar dolara yükseldi. Buna göre Türkiye’nin 2005 yılı için öngörülen 21.3 milyar dolarlık cari açık hedefinin aşılarak yıl sonunda 24 milyar dolara ulaşması bekleniyor. 2006 yılı için de 22 milyar dolar cari açık, 45.4 milyar dolarlık da dış ticaret açığı tahmin ediyor.
Türkiye ekonomisi için “ateş topu” benzetmesi yapılan cari açıkların özellikle 2002 yılından bu yana hızla arttığına dikkat çekilen raporda. 2003 yılında 8 milyar dolar olarak gerçekleşen cari işlemler açığının bir önceki yıla göre yüzde 427 arttığı belirtildi. Raporda, cari açığın 2004 yılında yüzde 95 artış göstererek 15.6 milyar dolara yükseldiği belirtildi.
MİLLİ GELİRE ORANI DA YÜKSELDİ
Cari İşlemler Açığının GSMH içindeki oranının da yükseldiği kaydedilen raporda, 2000 yılında yüzde 4.9 olan bu oranın, 2004 yılında yüzde 5.2’ye yükseldiği ifade edildi. 2005 yılı için tahmin edilen rakama göre cari açık GSMH’nın yüzde 6.7’sine karşılık geliyor.
Cari açığın dış ticaret açığına bağlı olarak arttığı ancak son yıllarda cari açıktaki artış hızının, dış ticaret açığına göre daha fazla olduğu vurgulanan raporda, 2003 yılı bir önceki yılla kıyaslandığında cari açığın yüzde 427 artmasına karşılık, dış ticaret açığının sadece yüzde 43 oranında arttığı kaydedildi.
2004 yılında ise bir önceki yıla oranla cari açıkta yüzde 95, dış ticaret açığında yüzde 56 oranında artış görüldüğü belirtilen raporda, 2005 yılı Ocak-Eylül döneminde dış ticaret açığın 2004 yılının aynı dönemine göre yüzde 26.4, cari açığın ise yüzde 54 oranında artış gösterdiği kaydedildi.
CARİ AÇIK HASTALIĞINA SICAK PARA VİRÜSÜ
Türkiye’de cari açığın büyüklüğü kadar, nasıl finansa edildiğinin de önemli olduğuna dikkat çekilen raporda, cari açıkların yüksek miktarda kısa vadeli (spekülatif nitelikteki) sermaye akımlarıyla finanse edildiği, bunun da önemli bir risk oluşturduğu belirtildi.
Hisse senedi, iç borçlanma kağıtları, mevduat ve kısa vadeli kredilerden oluşan sıcak para girişinin 2003 yılından bu yana hızla arttığı kaydedilen raporda, 2005 yılının dokuz ayında net hata noksan kalemi dahil olmak üzere 17.1 milyar dolarlık bir sıcak para girişi olduğu belirtildi. Raporda, sıcak parada geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 106 oranında artış olduğu bildirildi. Rapora göre, özellikle yabancı kaynaklı sıcak paranın büyük çoğunluğunu oluşturan, yabancıların yurt içinde Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) net girişleri de 2003 yılından itibaren büyük ölçüde arttı. 2002 yılında 913 milyon dolar ile başlayan net giriş, 2003 ve 2004 yıllarında katlanarak sırasıyla 2.5 ve 7.5 milyar dolar seviyesine yükseldi.
Yabancıların Türkiye’deki hisse senedi ve tahvil-bono alım ve satımları 2005 yılında da büyük bir hızla devam etti. 2005 yılının dokuz ayında yabancılar 36.5 milyar dolar hisse senedi, tahvil-bono alırken aynı dönemde 28 milyar dolarlık satış gerçekleştirdiler. 2005 Ocak-Eylül döneminde 8.5 milyar dolarlık net menkul kıymet girişi oldu.
Menkul kıymet içinde tamamen yurt dışı yerleşiklerin satın aldığı tutarı gösteren devlet iç borçlanma senetlerinin kriz zamanlarında yüksek sermaye çıkışlarının yaşandığı bir kalem olduğu belirtilen raporda, 2000 yılı krizinde yabancıların 5.1 milyar dolarlık DİBS sattığı, bu satışın da 2001 yılında da 3.8 milyar dolar ile devam ettiğine dikkat çekildi.
2002 yılından itibaren yabancıların DİBS alımlarına yeniden başladığı belirtilen raporda, 2004 yılında 6 milyar doların üzerinde alım yaptıkları ifade edildi. 2002 yılından 2005 eylül sonuna kadar toplam birikimli cari açık 41.6 milyar dolar olarak gerçekleşirken, sözkonusu dönemde Türkiye’ye giren net doğrudan yabancı yatırımlar 6.9 milyar dolar, gayri menkul kıymet girişi ise net 19.3 milyar dolar oldu. Söz konusu dönemde, Türkiye’ye sadece hisse senedi, tahvil-bono olarak giren sıcak para miktarı bile doğrudan yatırımın 3 katına ulaştı. 2004 yılında net menkul kıymet girişi 7 milyar 452 milyon dolara ulaşırken, GSMH’nın yüzde 2.5’ine karşılık gelen bu rakam 2004 yılında cari açıkların yüzde 48’inin net menkul kıymet girişi ile karşılandığını gösteriyor. Yani geçen yıl cari açığın yarısı her an kaçabilecek olan yabancı sermaye ile finanse edildi. 2003 yılında ise bu oran yüzde 31 olarak gerçekleşti. 2005 yılı dokuz aylık döneminde geçen yılın aynı dönemine göre net menkul kıymet girişi yüzde 108 artarak 8.5 milyar dolara çıktı ve cari açığın finansmanında menkul kıymetden oluşan sıcak paranın oranı yüzde 52 ye yükseldi.
BIÇAK SIRTINDA SICAK DANS
Cari açığın sıcak paradan finanse edilmesi nedeniyle Türkiye ekonomisinin bıçak sırtında seyrettiği belirtilen raporda, IMF’den alınan kredilerin 2005 ve 2006 yıllarında geri ödenecek olması nedeniyle, cari açığın finansmanı için risk oluşturduğu belirtildi. Türkiye 2005 yılında IMF’den 838 milyon dolarlık kredi kullanırken 8.1 milyar dolar borç geri ödemesi yaptı. 2006 yılında ise IMF’den 3.2 milyar dolar kredi kullanılacakken, 7.4 milyar dolarlık geri ödeme yapılması gerekiyor.
GAYRİMENKUL ÇOK YATIRIM YOK
Raporda, cari açık finansman kalemlerinden olan doğrudan yabancı yatırımlarda son üç yılda artış görülmesine karşın bu artışın yabancıların gayrimenkul yatırımlarından kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Yabancıların gayrimenkul yatırımı, 2003 yılında doğrudan yabancı yatırımların yüzde 57’sini oluştururken, 2004 yılında yüzde 49’unu, 2005 yılının dokuz ayında ise yüzde 26’sını oluşturdu. Raporda son yıllarda cari açığın finansmanda kullanılan bir diğer kalemin de gri alan olarak da tanımlanan net hata ve noksan kaleminin olduğu belirtiliyor. 2003-2005 döneminde, bu kalemden 11.4 milyar dolar giriş yapıldı. Kriz yıllarında çıkış gösteren net hata ve noksan kalemi cari açığın finansmanı için bir diğer risk unsuru olarak ifade ediliyor. 2001 yılı krizinden sonra doğrudan yabancı sermayeyi yeteri kadar çekemeyen Türkiye 2003 , 2004 ve 2005 yıllarında yüksek seviyelerde seyreden cari açıkları, yüksek menkul kıymet satışı , kısa vadeli krediler ve net hata noksan kalemi ile finanse ediyor.
CARİ AÇIĞIN KÖKÜ BALTALİMANI’NDA
Cari işlemler açığının kökenine de yer verilen raporda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne, 32 milyon Türk Lirası dış borç miras bırakmasına neden olan sürecin 1838 yılında İngiltere ile yapılan Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması’na dayandığı belirtiliyor.
Osmanlı Devleti’ni Batı’nın açık pazarı haline getiren bu anlaşmayla ekonomide çökmenin başladığı belirtilen raporda, ihracattan fazla ithalat yapan Osmanlı Devleti’nin, savaşların verdiği ekonomik zararlarla birleşen finansman açıklarını kapatabilmek için borç almak zorunda kaldığı kaydedildi. Raporda 1845 Kırım Savaşı’nın ardından ilk dış borcunu alan Osmanlı’nın ilerleyen yıllarda dış ticaret açığıyla baş edemediğinin ve Muharrem Kararnamesini ilan ederek Düyun-u Umumiye’nin kuruluşunu, yani batılı devletlerin maliyesine müdahalesini kabul etmek zorunda kaldığının altı çiziliyor.
İSTİKRAR 1946’DA KIRILDI
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1946 yılına kadar olan dönemde dış ticarette fazla verildiği belirtilen raporda, İkinci dünya savaşı sonrasında ithal edilmek istenen yatırım malları fiyatlarının hızla yükselmesi nedeniyle dış ticaret dengesinde bozulma başladığı kaydediliyor. Raporda mevcut döviz rezervlerinin hızla erimesiyle yurtdışından kredi alan Türkiye’nin, dış ticaret açığı ve cari açık kıskacına girdiği, bu durumun tarımdan sanayiye varıncaya kadar tüm kesimlerde sıkıntılara neden olduğu ve halkın faturayı iktidara keserek, seçimlerde Demokrat Parti’yi tek başına iktidara taşıdığı anlatılıyor.
Rapora göre, 1947’den 1950’ye kadar olan dönemde de artan dış ticaret açığı cari açığı tetikledi. Türkiye 1947 yılında 14 milyon dolar, 1948 yılında 149 milyon dolar, 1949 yılında 93 milyon dolar cari açık verdi. 1950 yılında cari açık 50 milyon dolar olarak gerçekleşti.
CARİ AÇIKLARDAN 1960 ASKERİ MÜDAHALESİNE
Rapora göre, 1950’li yıllardan sonra döviz darboğazları Türk siyasi hayatını etkileyen en belirleyici unsur haline geldi. Özellikle 1956’dan itibaren dış ticaret açıklarının finansmanında ve dış kredi bulmakta yaşanan güçlükler hükümeti 1958 İstikrar Kararlarını almaya itti. 1958 yılında dış ticaret 67 milyon dolar açık verirken, cari işlemler açığı 64 milyon dolar olarak gerçekleşti. Ödemeler dengesindeki bu dengesizliğe 1960 askeri müdahalesi de çözüm olmadı ve ilerleyen yıllarda da Türkiye’nin cari açık ve dış ticaret açığı hızla arttı.
Raporda, dünya ekonomisinde 1973-74’de yaşanan petrol şokları sonucunda petrol fiyatlarının dört misli artmasının, petrol ithalatçısı Türkiye’yi olumsuz yönde etkilediğine dikkat çekilirken, artan petrol fiyatları sonucu ödemeler dengesi açığının büyüdüğü ve döviz rezervlerinin hızla eridiği belirtildi. 1974 yılında yaşanan Kıbrıs Çıkarması ve bu nedenle Türkiye’ye uygulanan ambargo faturanın daha da kabarmasına yol açtı.
HÜKÜMET DÜŞÜREN AÇIKLAR
Rapora göre, Türkiye ekonomisindeki rakamlar 1973’de 484 milyon dolar cari fazla ve 769 milyon dolar dış ticaret açığı gösterirken, 1974 yılında 718 milyon dolar cari açık, 2 milyar 245 milyon dolar da dış ticaret açığıyla karşılaşıldı. Cari açığın milli gelire oranı 1973 yılında yüzde 1.6 iken, 1974 yılında yüzde 1.8, 1975’de yüzde 3.5’e yükseldi. Ekonomideki bu istikrarsızlığın faturasını politik hayat ödedi ve 1973’ten 1975’e kadar olan dönemde 4 ayrı hükümet iktidar koltuğundan oldu. Türkiye, 1977 yılına gelindiğinde cari açığın GSMH’ya oranı yüzde 5.4’e yükseldi ve kriz başgösterdi. Türk halkı, artan dış borç ve cari açığın kendisine yansıyan faturasına sandıkta itiraz etti ve hükümet değişikliği yaşandı. Ancak ekonomik istikrarsızlık siyasi istikrarsızlığı tetiklemeyi sürdürdü. 1977 seçimlerinden 1980 yılına gelinceye dört kez hükümet değişti.
70 SENTE MUHTAÇ OLDUĞUMUZ YILLAR
1980 yılında yaşanan döviz krizi, ülkeyi 70 sente muhtaç hale getirdi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düşerken, 24 Ocak Kararları yürürlüğe konuldu, Türk Lirası yüde 48.6 oranında devalüe edildi. Döviz krizinden 8 ay sonra da hükümet darbe sonucu düşürüldü.
24 Ocak kararlarının ardından 1989 yılına gelinceye kadar döviz açığı, dışa açık büyüme adı altında sübvansiyonlu ve devalüasyonlu ihracat artışı ile bastırıldı. 1989 yılında dışa açık büyüme döviz rezervlerinde azalmayı, dövizdeki kıtlık da krizi tetikledi. Hükümet, krizi atlatabilmek için 32 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yaparak sıcak para ile ekonomiyi fonlama dönemi başlattı. 1989 yılında 966 milyon dolar fazla veren cari işlemler açığı 1990 yılına gelindiğinde tersine bir sıçramayla 2.6 milyar dolarlık bir açığa dönüştü. 1991 yılında Körfez Krizi’nin de etkisiyle riskli ülke konumuna geçen Türkiye’de yaklaşık 2.6 milyar dolarlık sermaye kaçışa geçti ve ekonomi durgunluğa girdi. Seçimlerde iktidar değişti, ANAP’tan boşalan iktidar DYP-SHP koalisyonu tarafından paylaşıldı.
YENİ AÇIKLAR YENİ KRİZLER
DYP-SHP koalisyonu döneminde de cari açık sorun olmaya devam etti. 1993 yılına gelindiğinde cari açık 6.4 milyar dolar, dış ticaret açıağı ise 14 milyar dolar oldu. Cari açığın GSMH’ya oranı yüzde 4.6 olarak gerçekleşti. DYP-SHP koalisyon hükümetinin döviz krizini sıcak parayla bastırması kalıcı çözüm üretememesi nedeniyle 1994 yılında yeni bir kriz yaşandı. 5 Nisan kararlarıyla kriz önlenmeye çalışıldıysa da yapılan erken seçimde DYP-SHP koalisyonu iktidarı kaybetti ve seçimler RP’nin oyların büyük çoğunluğunu alması ile sonuçlandı. 1995, 1996 ve 1997 yıllarında da cari açık sorun olmaya devam etti. 1989’da Asya’da başlayan krizin etkileri Türkiye’de de kendini hissettirmesi 1999’da yapılan seçimlerde DSP’yi iktidara taşıdı. DSP hükümetinin IMF ile imzaladığı Stand-By anlaşmasının ardından uygulamaya konan istikrar programında döviz çıpaya bağlandı ve bu kararla çıkmaz sokağa girildi. Cari işlemler açığının büyüyerek 9.8 milyar dolara dayanması ve GSMH’ya oranının yüzde 4.9’a yükselmesi, dış borcun artışının olumsuz etkisi ve yabancı bankaların vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlamasıyla faizler tırmandı ve tarihe Kara Çarşamba olarak geçen kriz patladı.
ORTAK NOKTA CARİ AÇIK
Türkiye’de yaşanan krizler incelendiğinde ortak noktasının cari işlemler bilançosundaki dengenin bozulmasının görüldüğü vurgulanan raporda, 2001 krizinden bu yana cari açık rakamının artarak devam ettiği belirtiliyor. Cari işemler açığının nasıl finanse edildiğinin de önemli bir sorun olduğu kaydedilen raporda, hizmet gelirlerindeki artışa, özellikle turizm gelirlerindeki artışa rağmen cari açığın gittikçe büyüdüğüne dikkat çekildi.
ATO BAŞKANI AYGÜN
Raporu değerlendiren ATO Başkanı Sinan Aygün, cari işlemler açığının yüksekliğinin sorun olduğunu ancak cari işlemler açığının finanse ediliş biçiminin asıl sorunu oluşturduğunu kaydetti. Aygün “Cari açık ince hastalık. Bu hastalık sıcak para virüsü ile tedavi edilmemelidir” dedi. Uygulanan dış ticaret politikaları nedeniyle ödemeler bilançosundaki dengesizligin artarak devam ettiğini belirten Aygün, “ Önümüzdeki yıllarda artmış bir borç yükü ve onun faizlerini ödeme ile yüzyüze bırakıldık. Ani bir kur artışıyla reel sektörde ciddi bir kriz yaşanabilir. Bu zincireleme olarak finans sektörünü de içine alacaktır. “ dedi
Türkiye’nin yabancıların fon değerlendirme cenneti haline geldiğine dikkat çeken Aygün, şunları söyledi:“Kriz yaşandığı yıllardakinden çok daha yüksek bir cari açık oranı ile karşı karşıyayız. Cari açığın giderek yükselmesi bunu finanse eden sermayenin bırakın çıkmasını, girişinin aniden durması halinde dahi ekonomide kırılma yaşanacaktır.
İthalata bağımlı büyüme yerine üretimi ve istihdamı artırıcı büyüme, kaynak ve harcama dengesini sağlanması, borçlanmanın azaltılması ve bunlara yardımcı olacak enstrüman olarak spekülatif sermayenin değil yatırım yapacak yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesi için gerekli adımların bir an önce atılması Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemlidir. Zaman atalet zamanı değil, gerçekleri görme ve bu gerçeklere göre önlem alma zamanıdır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.