Türkiye’nin 3 Ekim 205’de aday ülke konumundan “müzakere sürecinde ilerleyen ülke” konumuna geldiğini belirten Türkiye Avrupa Birliği (AB) Derneği Başkanı Haluk Günuğur, Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için geçireceği süreci şöyle özetledi: “Kıbrıs Rum Kesimi ve diğer üye ülkelerin Türkiye’yi her dosyada iki kez veto etme hakkı var. “AB Üyelerinin her birinin, müzakere sürecinde Türkiye’yi 35 dosyanın her birinde, biri başlangıçta biri son bölümde olmak üzere iki kez veto etme hakkı var. 35 dosyanın tümünün onayı, katılma anlaşmasının imzası, tüm üye ülkelerde halkoylaması veya Parlemento onayını, Avrupa Parlamentosu ve TBMM’nin onayını gerektiriyor. Dolayısıyla, üye devletlerin toplam 1975 kez veto etme riski var” Bu her ülke için de böyle uygulandı” diye konuştu.
Türkiye’nin 03 Ekim 2005’te Avrupa Birliği ile müzakerelere başlaması, Türkiye kamuoyunda, AB üyeliği yolunda önemli bir eşiğin geçilmesi olarak nitelendirilse de, AB’ye tam üye olabilmek halen çok kolay olarak görünmüyor. Ege İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği tarafından düzenlenen, “AB Ortak Tarım Politikası ve AB’ye Giriş Sürecinde İhracata Etkileri” konulu seminerde konuşan Günuğur, 1975 kez veto edilme tehdidi ile karşı karşıya olduğumuz tam üyelik sürecinde, Türkiye’nin geleceğinin ve üyeliğinin sivil toplumun katılım ve desteğine bağlı olduğunu söyledi. Prof. Dr. Günuğur, “Çünkü AB herşeyin sivil topluma bağlı olduğunu biliyor. Önce AB kamuoyu bilinçlendirilecek, onların Türkiye hakkındaki olumsuz görüşlerini değiştireceğiz” dedi. Müzakere çerçeve belgesinde sivil toplum diyaloğunun açılacağının yer aldığını kaydeden Prof.Dr. Günuğur, bu hedef için AB tarafından önümüzdeki dönemde 30 milyon euroluk mali destek öngörüldüğünü bildirdi.
Müzakere çerçeve belgesinin bir anlaşma olmadığına dikkat çeken Günuğur, bu belgenin AB’nin tek taraflı bir belgesi olduğunu söyledi. Belgenin olumlu yanlarını vurgulayan Günuğur, şöyle konuştu: “Müzakerelerin Türkiye’nin uygulamadaki hızına endeksli olduğu belirtiliyor ve belgeye tam üyelik hedefi konmuştur. Kıbrıs Rum Kesimi’nin uluslararası kuruluşlara girişinde Türkiye’nin veto yetkisi de sürmektedir.”
Türkiye’nin 1959’dan bu yana devam eden AB ile ilişkileri sürecinde Türk siyasi yaşamının marjinal kesimleri hariç ve askeri yönetimler dahil olmak üzere 9 ayrı Hükümetin imza ve desteği olduğunu belirten Günuğur, bu süreç içinde ülkemizin 3 temel tarihi hatasının;
O zamanki AT yetkililerinin ısrarlı çağrılarına rağmen 1977’deki Ecevit İktidarı döneminde Yunanistan ile birlikte tam üyelik başvurusu yapılmayarak beraber üye olma veya Yunanistan’ın üyeliğinin önlenmesi fırsatının kaçırılması,
1980 askeri döneminde hiçbir siyasi karşılık alınmaksızın Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünün zamanın askeri yönetimince onaylanması,
3 Ekim 2005 müzakere tarihi alınması sürecinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmamasını içeren deklarasyonun yayınlanması,
olduğunu, “malumun ilanı” anlamındaki bu deklarasyonun AB tarafından bir karşı deklarasyon yayınlanmasına ve o zamana kadar AB içinde pek sempati duyulmayan Rum Kesimi’ne olan sempatinin artışına neden olduğunu, halihazırda limanlarımızın Rum gemilerine açılmasının 259 milyon $’lık mali yardımın serbest bırakılmasına bağlanmış olduğu, ülkemiz limanlarının Rum Kesimine açılmasının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından hukuksal ve siyasal anlamda tanınması anlamına gelmeyeceğini, ülkemizin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanımasının ancak adada BM gözetiminde kalıcı ve kapsamlı bir çözüm bulunmasına bağlı olduğunu ifade etti.
Prof. Dr. Özuğur konuşmasında ayrıca, Türkiye-AB müzakere sürecinin karşılıklı pazarlıklardan çok Türkiye’nin AB mevzuatına uyum süreci olduğunu, müzakereler sonunda ülkemizin AB’ye tam üye olamaması halinde bile ülkemizin tam olarak demokratikleşmesi ve hakça ve insanca yaşanabilir bir ülke haline gelmesinde önemli rol oynayacağını ifade etti. Seminer’in ikinci konuşmacısı olan Prof. Dr. Erol ÇAKMAK ise; Türkiye tarımının geleceğinin AB ile müzakere sürecinin yanısıra, 2007’de sonuçlanması ve global ticarette önemli liberalizasyonlara ve tarife indirimlerine yol açması beklenen DTÖ Tarım Müzakerelerinin sonuçlarından da önemli ölçüde etkileneceğini, çünkü bu Anlaşma sonrasında tarımsal desteklerin önemli ölçüde azalıp şekil değiştireceğini, 15 yıl sonra ise sıfırlanma noktasına geleceğini belirtti. Tarım başlığının AB ile müzakere sürecinin en önemli ve kapsamlı konularından birisi olduğunu belirten ÇAKMAK, AB’nin de bugünlerde tarım alanında önemli değişikliklere gittiğini, ortaya konan yeni vizyon ve politika değişiklikleri sonucunda AB’nin eski AB olmaktan çıktığını ve önümüzdeki 20-25 yılda daha da değişeceğini, AB’de lobi gruplarının ağırlıklarının değişmesi sonrasında, Fransa’ya ve çok ağırlığı olan şeker lobisine rağmen şeker üretimine yönelik desteklerin azaltılma kararı alındığını anlattı.“ Türkiye ağırlıklı olarak 3. ülkelerden tarımsal hammadde ithal edip, tarım ve gıda ürünü ihracatının yarısını AB’ye yapıyor” şeklinde konuşan ÇAKMAK, ülkemizin makro ve mikro politikalarının AB’yi etkilediğini, diğer yandan tarım ve gıda alanında ülkemizde uygulanan ithal ikameciliği politikasının refah kaybına yol açıp sektörün dışa açılmasını engellediğini, bu sektörlerde yüksek karlılığın görülmesi nedeniyle yabancı yatırımlarda bir canlanma gözlemlendiğini ifade etti.
Tam üyelik aşamasında tarım ve gıda alt sektörlerinde “şok” yaşanmaması için zaman içinde bu kesimlere yönelik gerekli politika değişikliklerinin yapılması gerektiğini belirten ÇAKMAK, AB ülkeleri arasındaki müzakerelerden çok ülkemiz içinde çeşitli toplum kesimleri ve sektör temsilcileri arasında yapılacak müzakerelerin önem taşıdığını belirtti.
Ülkemizde de önümüzdeki dönemde, ürün odaklı yaklaşım yerine, tüketiciden geriye tüm süreçleri içeren bir yaklaşımın ve odaklanmanın esas alınması gerektiğini vurgulayan ÇAKMAK, uluslararası ticarette korumaların zamanla azalacağını ve esnek ticaret yaklaşımının hakim olacağını belirtti.
Prof. Dr. ÇAKMAK, AB’nin tarımsal destek politikaları konusunda bilgi verirken, et ve süt ürünleri gibi koruma altındaki ürünlerde sınırlı destek ve gümrük vergisi indirimine giderken piyasa duyarlılığı artırma ve destekleme şeklini değiştirme yoluna gittiğini, genel olarak Brüksel merkezli politikalar yerine üye ülkelere de inisiyatif tanıyan bir sisteme doğru yöneldiğini, ifade etti.
Ülkemizde de tarıma yönelik politkalarda bir yapısal değişimin şart olduğunu belirten ÇAKMAK, ülkemizde toprak, finansman ve bilgi gibi temel üretim faktörlerine ulaşımda büyük zorluklar olduğunu, sektör yerine hanehalkı odaklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini, tarımsal desteklerin % 75’inin büyük çiftçilere gittiğini, ülkemizde toprak dağılımının kötü ve çiftçi başına düzen arazi miktarının küçük olduğunu, istihdamın %35-36’sının tarımda olduğunu, AB’nin bu oranın %5-8 gibi bir orana düşürülmesi gibi bir talebinin de olmadığını, ülkemizde pek çok üründe üretici fiyatlarının AB’deki fiyatların üzerinde olmasının önümüzdeki dönemde ülkemiz tarımını zorlayacağını, tarım sektöründe özellikle kadınlar arasında sosyal güvenliğin çok az olduğunu, ülkemizde tarımsal üretimin üretkenliği arttırıcı politikalara bağlı olarak yıllar içinde artıp azaldığını, verimliğinin ise istihdamdaki küçük oranlı azalmaya bağlı olarak biraz artış gösterdiğini, tarımsal desteklerin ise OECD ortalamasının ve AB’nin çok gerisinde olup seçim dönemlerinde artış gösterdiğini anlattı.
ÇAKMAK ayrıca, ülkemizin tarım ve gıda alanında net ihracatçı konumunda olmasına rağmen, ihracat yapısında işlenmiş veya nihai gıda ürünlerinin payının az olduğunu, bu ürünlerin payının arttırılarak ülkeye kalan katma değerin arttırılmasının büyük önem taşıdığını, işlenmiş gıdanın tek başına veya tekstil-konfeksiyonla birlikte ülkemiz ihracatının sürükleyici unsuru olarak planlanıp düşünülebileceğini, gümrük tarifeleri yüksek olan Türkiye’nin tarifelerin düşürülmesi konusunda hazırlıksız olduğunu, AB’nin ise en korumacı ülke ve gruplardan birisi olduğunu, AB’de uygulamaya konulan reformların Ortak Tarım Politikasının içini zamanla boşaltacak nitelikte olduğunu, üreticiye tek ödeme ve kırsal gelişme politikasının ve üye ülkelerin kendi üretici birliklerini desteklemeleri yönünde politikalara yönelindiği, AB tarımında önümüzdeki dönemde hakim olacak temel politika unsurlarının ise, rekabet gücü, çevre ve toprak yönetimi, kapsamlı kırsal gelişme olduğunu ifade etti.
Ülkemizin AB’ye tam üyeliğinin sonuçlarını şimdiden kestirmenin ve ülkemizde etkilenecek sektörlerin ve ülkemizin üyeliğinin AB’ye tarımsal destek maliyetini kestirmenin zor olduğunu belirten ÇAKMAK, hayvancılığın en çok etkilenecek sektörlerden birisinin olacağını, ülkemizin geçiş dönemindeki performansının belirleyici olacağını, yapısal dönüşüm konusunda bir görüş birliği olması gerektiğini, yumuşak geçiş veya şokun iki alternatif olduğunu, yumuşak geçişte etkilenecek sektörleri belirleyip ve politika değişiklerini hayata geçirmenin daha kolay olduğunu, müzakere sürecinde “pişman olmama” ilkesinin bulunduğunu ifade etti.
Konuşmasının son bölümünde ÇAKMAK, müzakere sürecinde ülkemizin etkili bir kırsal politikayı hayata geçirerek, rekabet gücünü ve verimliliği arttırıcı, üretim maliyetlerini düşürücü, kalite ve gıda güvenliğini içeren, girdi fiyatlarının belirlenme sürecini müdahale edebilmeyi sağlayan, altyapı yatırımlarını içeren, alış-veriş maliyetini düşüren ve temel olarak fiziksel ve kurumsal altyapıyı düzeltici unsurlar taşıyan bir politikalar bütünün hayata geçirmesi gerektiğini, bu politikaların kalıcı iz bırakıcı nitelikte olması ve 5 yıllık destek açıklamaları gibi unsurları taşıması gerektiğini vurguladı. Son olarak “Tarım, kırsal kalkınma ve gıda güvenliği başlığı” altında görüşülmesini tahmin ettiği müzakere başlığının sonuçlanması ve tam üyelikten sonra da bir ulusal tarım politikamızın olması gerektiğinin altını çizdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.